
Yaşadığımız kapitalist düzen, patronların, sermayelerini büyütmek için işçileri sömürmesi üzerine kurulu. Bu düzende kadınıyla erkeğiyle işçilere reva görülen şey patronların sermayesi büyüsün diye çalışmak, çalışmak, çalışmaktır. Bu yıpratıcı ve bıktırıcı çalışmaya katlanmak zorundadır işçiler. Yoksa hayatlarını devam ettiremez, geçimlerini sağlayamaz, evlatlarına bakamazlar. Adına kapitalizm denen bu sömürü düzeni insanları işte böyle iki sınıfa bölmüştür: İşçiler ölesiye çalışıp sefalet çekerken, patronlar işçilerin emeğine el koyar ve zenginliklerine zenginlik katarlar.
Onca uzun saatler çalışmak işçilerin en temel ihtiyaçlarını karşılamak için bile yeterli zaman bırakmaz. Yemek, temizlik, çocuk bakımı gibi işler işçi ailesinin sırtında büyük bir yük oluşturur. Ne yazık ki bu işlerin tümü geleneksel olarak kadınların görevi olarak görülür. Bu toplumda kadına biçilen bir rol vardır: Kadın, evin tüm işinden sorumludur; yemek yapar, çocuk doğurur, temizlik yapar. Kadın çalışsa da çalışmasa da sanki bu işler onun doğal vazifeleriymiş gibi algılanır. Böyle bir işbölümü emekçi kadının hayatını iyice zorlaştırır, ezilmişliğini ikiye katlar.
İşçi kadın sabah erkenden kalkıp işe koyulur. Akşama kadar işyerinde erkeklerle aynı işleri yapar. Patron posasını çıkartana kadar çalıştırır. Paydos edip eve geldiğinde bir mesai daha başlar. Yemek, bulaşık, çamaşır, temizlik, çocuklarla ilgilenme derken vakit geçer. Dinlenmek için zaman bulamaz. Artık tek yapabileceği ertesi gün işe gidebilmek için uyumaktır.
Bir işçi kadın bu durum için şunları söylüyor: “Çok uzun saatler çalışıyoruz. Eve geldiğimizde mesai ne yazık ki bitmiyor. Akşam evde de işler bizi bekliyor. Bu durum ise bizim psikolojimizi bozuyor. Dinlenemiyoruz, ailemize vakit ayıramıyoruz. Çalışmadığımızda kira, gıda, çocukların okul masraflarını karşılayamıyoruz, mecburuz, bir kişinin çalışması yetmiyor.”
Evde çalışan kadın da sabah erkenden kalkar. Çocuklara ve eşe kahvaltı hazırlar. Onları işine ve okuluna yolladıktan sonra, gün içindeki maraton başlar. Evin temizliği, bulaşık, çamaşır, alışveriş, faturaları ödemek, yemek yapmak, çocuklarla ilgilenmek gibi işler onu bekler. Bu maraton her gün böyle devam eder.
Emekçi kadınlar, çocuğun bakımından yetiştirilmesine kadar büyük bir emek harcarlar. Evdeki işlerin tüm sorumluluğu onların sırtlarındadır. Fakat kadınların bütün bu işleri yapmak için harcadıkları emek sanki yokmuş gibi görünür. Bu durum kadınların kendilerini verimsiz, işe yaramaz ve toplumdan dışlanmış hissetmelerine neden olur.
Oysa çalışan kadın için de, evde çalışan kadın için de bu işler çok daha kolay hale getirilebilir. Öncelikle ev işlerinin ve çocuk bakımının tüm yükünün kadının sırtına yıkılması engellenmelidir. İşçi aileleri ve emekçi kadınlar bu işleri tek başlarına sırtlanmak zorunda bırakılmamalıdır. Tüm zenginlikleri üreten işçilerin kendilerine zaman ayırabilmesi için iş saatlerinin kısaltılmasının yanı sıra ev işleri ve çocuk bakımı toplumsallaştırılmalıdır.
Her mahalleye ortak yemekhaneler ve çamaşırhaneler kurulmalıdır. İşçiler ihtiyaçlarını burada ücretsiz karşılamalıdır. Çocuklar için her mahalleye, her işyerine kreş kurulmalıdır. Her yaştan çocuk için sağlıklı, kapsamlı ve eğitici kreşler kurulmalıdır. Kreşler yaş sınırlaması olmadan günün her saati hizmet vermelidir. Ücretsiz ve kaliteli kreşler olmalıdır. Bu hizmetlerin tümünü devlet ücretsiz olarak vermelidir.
Biz işçiler kadınıyla, erkeğiyle gece gündüz demeden çalışıyor, üretiyoruz. Aldığımız ücretten, yaptığımız alışverişe kadar her şey için devlete vergi ödüyoruz. Ürettiklerimizin patronların serveti olarak birikmesini değil tüm toplumun ihtiyaçları için kullanılmasını istiyoruz. Kadınıyla, erkeğiyle bu taleplerin hayata geçirilebilmesi için her alanda örgütlenmeli ve hakkımız olanı almak için mücadele etmeliyiz.