Merhaba. Ben Karabük’te üniversitede okuyan bir işçi-öğrenci kardeşinizim. Sizlere part-time olarak çalıştığım kebapçıda yaşadığımız sıkıntıları ve gözlemlerimi anlatmak istiyorum. Dersimin olmadığı günlerde Karabük’te bir kebapçıda çalışıyorum. Benimle beraber sabit olmamakla beraber 8-10 garson arkadaşım çalışıyor. Bu arada garsonların büyük çoğunluğu öğrencilerden oluşuyor. Böylece patron garsonları sigortalı çalıştırmaktan kaçabiliyor. Genelde iki sabit çalışan garsonu var ve bunlar da sigortasız çalışıyor. Sorduğum zaman, “yeni girdik, zamanla yaparlar” cevabını alıyorum. Mutfakta ise iki bulaşıkçı kadın, üç kebapçı ve bir salatacı olmak üzere altı kişi çalışıyor. Bulaşıkçı ablalarım bulaşık yıkamak dışında mutfağın temizliğiyle de ilgileniyorlar ve sabah 8 gibi işe gelip akşam 10-11 gibi ancak çıkabiliyorlar.
Onların yaptığı işin adı bulaşıkçılık olduğu için en az ücreti alanlar tahminimce onlar. Sorduğumda bana aldıkları maaşı söylemediler. Birine “abla asgari ücret mi alıyorsun?” diye sordum, utana sıkıla “evet” dedi. Belli ki işini kaybetme korkusundan aldığı ücreti bile söyleyemiyor. Diğer abla ise bankadan çektiği krediyle ev sahibi olmuş ve taksitlerini ödeyebilmek için çalışıyor. Patronun gözüne batmamak için o da canla başla elinden gelenin fazlasını yapıyor. İki ablam da ellili yaşlarında ama buna rağmen hiç boş durmuyorlar. Bulaşık yıkıyor, servislerin hazırlanmasına yardım ediyorlar. Salatasından tatlısına, kebabından ilavelerine kadar her şeye yardım ediyorlar, çünkü onlar “bulaşıkçı” ablalar.
Kebap yapan ustalara gelince, ağabeylerim aynı zamanda patronun akrabası ve çok iyi insanlar. Patronun akrabası diye belki torpil falan olur diye düşünmeyin. Akşama kadar nefes almadan çalışıyorlar. İki ağabeyim de Ankara’dan gelmişler buraya, aileleri Ankara’da ve uzun süredir ailelerini görmemişler. Onlar da sabahın erken saatlerinde gelip akşamın geç saatlerine kadar çalışıyorlar. Usta oldukları için onlar olmazsa iş duruyor. Bu yüzden değil ailelerini görmek, hasta olmaya bile izinleri yok. Geçenlerde dönerci ustası ağabeyimin ayağını sürüye sürüye ilerlediğini gördüm. “Ne oldu?” diye sordum, ayağındaki terlik yara yapmış ve üstüne basamıyor. “Abi doktora gittin mi?” dedim, “Evet, krem verdi sürdüm” dedi. O halde döner tezgâhının başında çalışmaya devam etti. Birkaç gün sonra iskender ustası olan ağabeyin beli ağrıyordu ama doktora gitmedi. Çünkü gitse iş duracak. O da 15 yıllık meslek hayatında yaklaşık 1000 gün sigorta pirimi doldurabilmiş. 40’lı yaşlarda ama sanki 60’ına merdiven dayamış gibi görünüyor.
Orada çalışanların yemek molası yok, özellikle mutfaktakilerin. Garsonlar yemeğe sırayla çıkabiliyorlar. Hafta tatilleri yok, ancak iki üç haftada bir, o da izin verilirse bir gün tatil yapabiliyorlar. Günde yaklaşık 15-16 saat çalışıyorlar. Buna rağmen müşterilerin yoğun olduğu saatlerde ufak bir aksaklık çıktığında patron ağzına gelen küfrü savurabiliyor. Bu kebapçı, çalışma arkadaşlarımın adeta yaşam alanı olmuş. Ailelerinden çok birbirlerini görüyorlar. Eve de ancak uyumaya gidebiliyorlar. Sigara içmeye, hatta tuvalete gitmeye bile işin durumuna göre karar veriliyor. Eğer iş yoğunsa tuvalete bile gitmek yasak.
İşte böyle dostlar, ben de ihtiyacım olduğundan dolayı hem okuyup hem de çalışıyorum. Maalesef yaşadığımız dünyada para olmadan hiçbir şey yapamıyoruz, ekmek aslanın midesine kadar inmiş durumda. Her güzelliği üreten bizlerin bir araya gelmesi ve ürettiklerimizin adaletli bir şekilde paylaştırılması için örgütlenmesi gerekiyor. Bunların bilincinde olmamızı sağlayan derneğimiz UİD-DER’de mücadele saflarını hep birlikte güçlendirelim.