
Amerika’nın Missouri eyaletinde bulunan St. Louis (Sen Luyi) kentinde polis şiddetinin açığa çıkardığı yoksulların öfkesi büyüyor. 9 Ağustosta kentin Ferguson mahallesinde yaşayan 18 yaşındaki siyahî genç Michael Brown’un katledilmesinin ardından başlayan protestolar, diğer eyaletlere de yayılırken, bölgeyi abluka altına alan polis 19 Ağustosta bir siyahî genci daha katletti.
Brown’un öldürülmesinin ardından öfkeli yoksul halkı yatıştırmaya ve polis cinayetini haklı göstermeye çalışan egemenler, gencin marketten hırsızlık yaparken çekilmiş görüntülerini yayınladı. Medyanın ve egemenlerin, katliamı meşru göstermeye dönük bu alçakça tutumu emekçileri daha da kızdırdı. Protesto gösterileri diğer eyaletlere de yayıldı, çatışmalar arttı.
19 Ağustosta, 23 yaşında zihinsel engelli bir gencin öldürülmesiyle birlikte polisi haklı gösterme girişimleri çöktü ve devletin yoksullar ve ezilenler üzerindeki açık şiddeti saklanamadı. Kısa sürede olay yerine gelen yüzlerce emekçi ellerinde “eller yukarı, vurmayı bırak!” yazan dövizlerle polis şiddetini protesto etti. Eyalet yöneticileri bölgeyi polis ablukası altına aldı, baskıları arttırdı. Bölgede bir kez daha olağanüstü hal ilan edildi. Polisin yeterli olmaması üzerine asker sayısı daha da arttırıldı. Askerlerin pek çoğu Irak ve Afganistan’da savaşa katılan ve ağır silahlarla donatılan askerler.
usa-demo-1.jpg [1]

19 Ağustosta daha da yükselen öfkeden sonra polisin gösterdiği yerlerde protesto yapılması dayatılıyor. Eylemcilerin toplanmaması için polis sürekli şiddet uyguluyor. Ayrıca eylem yapanlarla basın çalışanları arasına da barikatlar kurularak basın emekçilerinin doğrudan haber almasının önüne geçilmeye çalışılıyor. Burjuva basın her yerde sınıfsal bir tutum alıyor ve bu, sözümona demokratik ABD’de de değişmiyor. Bazı televizyon kanalları günlerce gösterileri yayınlamadı. Seslerini duyurmak isteyen eylemciler, CNN televizyonunun binası önünde eylemler yaptılar. Polis ve Ulusal Muhafız Birliği’ne bağlı askerler ise her eylemci topluluğa biber gazlarıyla saldırarak dağıtmaya çalıştı.
Devletin ve egemenlerin polis şiddetini meşru gösterme girişimleri, emekçileri hırsız gösterme gayretleri ve burjuva basının tutumu başta siyahîler olmak üzere bölgede yaşayan yoksul halkın öfkesini arttırdı. Semtin sakinleri polisin siyah insanlara ateş etmekten ve onları öldürmekten çekinmediğini anlatıyorlar. Nüfusunun %67’si siyah olan bölgede gençlerin yarısı işsiz. Siyahlar işe alınmıyor, yönetim kademelerine gelmeleri engelleniyor. Yoksulluğun iyice arttığı bölgede insanların pek çoğu eğitim, sağlık, barınma gibi temel insani ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyorlar. Bunun üzerine eklenen ırkçılık ve polis şiddeti bölge halkının yaşamını iyice zorlaştırıyor. Yoksulluk ve ayrımcılıkla boğuşan kitleler, Michael Brown’un katledilmesiyle artık yeter deyip ayağa kalktılar.
Tepkilerin genişlemesi ve isyanın bastırılamaması üzerine burjuva devletin polisi ve eyalet yöneticileri eylemi karalamaya giriştiler. Bölge halkından olmayan, dışarıdan gelen kişilerin halkı kışkırttığı yalanlarını savurmaktan çekinmiyorlar. Protestoculara şöyle sesleniyorlar: “Lütfen gösterilerinizi gündüz saatlerinde ve izin verilen bölgelerde yapın. Geceleri evinizde barışçıl bir şekilde oturun ve toplumumuza zarar veren kışkırtıcılarla baş etmemize olanak verin.” Bu cümleler bize oldukça tanıdık geliyor. Masum gençlere kurşun sıkan polisler “ağır baskı altında görevini yapan ve kendini savunmak zorunda olan” kimseler olarak aklanırken, bu haksızlığa seyirci kalmayan ve protestolara katılan emekçiler ve ezilenler “kışkırtıcı” sayılıyorlar!
ABD emperyalizmi, dünyanın en gelişmiş kapitalist ülkesidir. Muazzam bir zenginlik ABD’li emperyalist-kapitalistlerin elinde toplanmış durumda. Ama ABD, aynı zamanda işsizliğin ve yoksulluğun derinleştiği ülkelerin başında gelmektedir. Muazzam zenginlik bir tarafta, yoksulluk ve sefalet ise öte taraftadır. Hiç de sözü edildiği gibi ABD rüyalar ülkesi değildir. ABD, işçilerin ve daha iyi bir yaşam umuduyla oraya giden göçmenlerin iliklerine kadar sömürüldüğü; siyahların hor görüldüğü, işsiz ve yoksul bırakıldığı bir emperyalist-kapitalist ülkedir. Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın birçok köşesine demokrasi götürme yalanına sarılan ABD’li emperyalistler, ayrımcılığa ve yoksulluğa isyan eden emekçilerin üzerine kurşun yağdırmaktan ve devlet şiddetini emekçilerin üzerine salmaktan geri durmuyorlar. Üstelik Obama’da cisimleştiği üzere devletin başındaki egemenin siyah olması da emekçiler ve ezilenler açısından daha iyi bir şeyi ifade etmiyor. Devam eden isyan da ortaya koyuyor ki, ABD’de sınıfsal çelişkiler alabildiğine derindir. ABD’nin beyaz, siyah ve göçmenlerden oluşan işçi sınıfı birleşip kapitalist sömürüye karşı mücadele ederse, gerçekten de yepyeni bir dünyanın kapılarını açabilir. ABD’nin devrimci işçi sınıfına düşen görev, bu derin çelişkileri kullanarak emperyalist-kapitalist düzeni alaşağı etmek ve işçi sınıfı iktidarının yolunu açmaktır.