
12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin üzerinden tam 34 yıl geçti. Aradan geçen onca yıldan sonra, 12 Eylül faşizminin sorumlularından yalnızca Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya görünürde yargılanıp ceza aldılar. Üstelik tüm duruşmalar boyunca bu iki faşist katil, hasta numarası yaparak duruşmalara da katılmamışlardır. Açıkça söylemek gerekiyor: 12 Eylül’ün iki cellâdının yargılanıp ceza alması 12 Eylül ile hesaplaşma anlamına gelmemektedir. AKP’nin ve düzen cephesinin, sermayenin bu iki faşist generalinin uydurmadan yargılanıp ceza almasını topluma, 12 Eylül ile hesaplaşma olarak sunmasına asla göz yumulmamalıdır!
Bunların dışında, 12 Eylül’ün ne önde gelen yürütücülerine, ne perde arkasındaki gerçek sorumlularına ne de binlerce uygulayıcısına dokunulmuş değildir. 12 Eylül’ün getirdiği yasalar ve Anayasa büyük ölçüde yerleri yerinde duruyor. Unutmayalım ki, faşizmin baş sorumlusu tekelci sermayedir! Tekelci sermaye düzeninden hesabı ancak işçi sınıfı sorabilir. İşçi sınıfı, kendine uygulanan zulmü, kıyımı ve hak gasplarını asla unutmamalıdır.
12 Eylül 1980 sabahı faşist General Kenan Evren, “kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak” üzere yönetime el koyduklarını açıklıyordu. Faşist askeri darbeyle birlikte demokrasi değil, ama işçilerin katmerli bir şekilde sömürülmesi sağlam bir temele oturtulmuştur.
12 Eylül öncesinde patronların karşısına dikilen güçlü bir işçi hareketi vardı. İşçiler, sendikalarda, demokratik kitle örgütlerinde ve sosyalist partilerde örgütlüydüler. İşçiler, patronların dayatmalarına boyun eğmiyor, birleşerek ve üretimden gelen güçlerini kullanarak karşı koyuyorlardı. Patronlar karşısında işçilerin başı dikti; örgütlülükten gelen haklı bir gurur vardı.
Geniş emekçi yığınlar toplumsal değişim istiyordu; sömürüsüz bir dünya özlemi için mücadele veriliyordu. Patronlar sınıfı ise, kapitalist sömürü düzenini sağlamlaştırmak; toplumsal değişimi durdurmak, başı dik işçilerin örgütlülüğünü ve gururunu kırmak istiyorlardı. İşte 12 Eylül darbesi bu amaçla yapıldı.
Önce kanlı tezgâhlar sahneye kondu ve darbeye zemin hazırlandı. Faşist güçler işçilerin üzerine salındı. Maraş ve Çorum’da Aleviler katliamdan geçirildi, mezhep kavgası kışkırtılmak istendi. Maden-İş’in unutulmaz önderi Kemal Türkler katledilerek işçilere gözdağı verildi. Kanlı tezgâhlardan sonra eli kanlı generaller öncülüğünde sermaye düzeni, tanklarını emekçi halkın üzerine sürdü. Kurulan faşist düzen toplum üzerinde terör estirmeye başladı.
Yüz binlerce insan gözaltına alındı; on binlerce insan işkencelerden geçirildi; binlerce devrimci, öncü işçi ve sendikacı cezaevine atıldı; binlerce insan yurt dışına çıkmak zorunda kaldı; onlarca devrimci fidan idam sehpalarında katledildi. Faşist rejim adeta işçilerden ve sosyalistlerden tekelci sermayenin intikamını alıyordu: Sendikaların, sosyalist örgütlerin, demokratik kitle örgütlerinin kapısına kilit vuruldu.
Patronlar; örgütlü bir toplum, itiraz eden, hakkını arayan, toplumsal değişim arzulayan insanlar istemiyorlardı. Sömürü çarkları sorunsuz dönsün istiyorlardı. Nitekim 12 Eylül sabahı darbecilerin ilk işlerinden biri grev çadırlarına saldırmak ve grevleri yasaklamak oldu. Patronlara gün doğmuştu. Büyük patronlardan Halit Narin, “bugüne kadar işçiler güldü, artık gülme sırası bizde” demekten kendini alamıyordu. Evet, 12 Eylül darbesinin amacı mücadele eden işçileri durdurmak, işçilerin her türlü örgütünü dağıtmak ve işçileri sindirmekti.
12 Eylül faşist darbesiyle tepeden tırnağa baskıcı bir rejim kuruldu. Anayasa ve yasalar toplumu hareketsiz bırakacak şekilde hazırlandı. Demokratik hak ve özgürlükler ortadan kaldırıldı. Getirilen yasalarla sendikaların örgütlenmesinin önüne büyük engeller kondu, grev yapılması neredeyse imkânsız hale getirildi. Çünkü patronlar işçilerin sendikalaşmasını ve grev yapmasını istemiyorlardı. Grev işçilerin üretimden gelen gücünü kullanması ve gücünün farkına varmasıydı. 1980 öncesinde grevler birçok fabrikaya yayılmış durumdaydı. İşçiler, patronların dayatmalarına boyun eğmiyor ve taleplerinin karşılanması için başı dik bir şekilde mücadele veriyorlardı. Meselâ, DİSK Maden-İş’in öncülüğünde yürütülen grevler sonucunda işçiler önemli haklar kazanmış ve diğer sektörlerdeki işçilere de örnek olmaya başlamışlardı. 12 Eylül sabahında sadece patron örgütü MESS’e bağlı 74 işyerinde 30 binden fazla metal işçisi grevdeydi.
Vehbi Koç, faşist Kenan Evren’e mektuplar yazıyor, işçilere haddini bildirdikleri için teşekkür ediyordu. Kurulan faşist rejim, sermayenin ihtiyacı temelinde 24 Ocak Kararlarını hayata geçirdi. İşçi sınıfının ekonomik ve sosyal kazanımlarına büyük bir darbe vuruldu. Örgütlü güçlerini kaybeden işçi sınıfı, patronların saldırılarına dur diyemedi. En basitinden; bugün sendikasızlaştırma alıp başını gitmişse, taşeronluk sistemi oturtulmuşsa, güvencesiz ve güvenliksiz çalışma koşulları hâkim kılınmışsa, iş kazaları ve ölümler sıçramalı bir şekilde artmışsa, iş saatleri uzatılmış ve işçi sınıfının alım gücü gerilemişse bütün bunlar için yolu düzleyen 12 Eylül faşizmidir
12 Eylül faşizminin gerçek sorumlusu ise başta TÜSİAD olmak üzere kapitalist düzendir. Dolayısıyla sermayenin iki cellâdının göstermelik olarak yargılanıp ceza alması yetmez. 12 Eylül’ün gerçekten yargılanması için 12 Eylül faşizmini iş başına getiren TÜSİAD gibi patron örgütleri; darbeyi örgütleyen generaller ve ordu yetkilileri; rejimin uygulayıcıları ve işkencecileri hesap vermelidir!
Bu hesabı ancak ve ancak mücadeleci işçi sınıfı sorabilir. İşçi sınıfı, 12 Eylül’ü unutmamalı ve onun tüm sorumlularından ve en başta da kapitalist düzenden hesap sormak için mücadeleyi yükseltmelidir.
12 Eylül Anayasası toptan çöpe atılmalıdır!
İşçi sınıfının örgütlülüğünün önündeki tüm yasaklara son verilmelidir!
Demokratik hak ve özgürlüklerin önündeki tüm sınırlar kaldırılmalıdır!
Halit Narinleri unutmayacağız: Son gülen iyi güler!
Koçları unutmayacağız!
Darbeci cellâtları unutmayacağız!
İşkencecileri unutmayacağız!