
Kapitalizm altında iki temel sınıf vardır. Bunlardan biri işçi sınıfı, diğeriyse burjuvazidir. Bir de bu iki sınıfın çocukları vardır. İşçi sınıfının çocukları ve burjuvaların çocukları. Kapitalist sistem işçi sınıfına nasıl eşitsiz ve adaletsiz davranıyorsa bundan işçi sınıfının evlâtları da nasibini alıyor. Bunlardan biri de eğitim sistemindeki eşitsizliktir.
İşçi çocuklarına sunulan imkânlar düz lise, Anadolu lisesi, meslek lisesiyle sınırlıyken, burjuva çocuklarının özel okullar, kolejler, yurtdışındaki okullar gibi birçok seçenekleri vardır. Biz işçi sınıfının çocukları imkânsızlıklar içerisinde okumak zorundayız. Aslında daha baştan hikâyenin sonu bellidir.
Okullarda derslerin yanında başarı hikâyeleri anlatılır. Çok çalışırsanız diye başlayan cümleler “mutlu son”la biter her zaman. Okuldaki eğitim dışında ders çalışma imkânı genelde evle ve en fazlasından ailemiz zor belâ dershaneye gönderebilirse ucuz dershanelerle sınırlıdır. Ama zengin çocukları özel okul, özel ders, özel sınıfları olan dershanelerde eğitim alırlar. Biz dişimizi tırnağımıza takarak sabah akşam çalışırken, bu aldığımız eğitimle aynı üniversite sınavına gireriz. Bu sınav sonunda onlar yine özel üniversiteye bizler ise zor belâ kazandığımız düşük puanlı bir üniversiteye gideriz. Üniversiteyi kazandığımızda da sıkıntılar bitmez. Hemen maddi sıkıntılar başımıza üşüşüverir. Bu yüzden okulu bırakan gençler oluyor. Okul masraflarıyla ailene yük olmamak için hem okuyup hem çalışırsın. Bu şartlarda üniversiteyi zar zor bitirirsin ve bu sefer de iş bulma sorunuyla yüz yüze kalırsın. Karşına çeşitli engeller çıkar. İki yıldan beş yıla kadar deneyim arayanlar mı dersin, yabancı dil isteyenler mi... Üniversitede okurken çalışmak zorunda kalıyorsun ama kendi mesleğinde çalışamıyorsun. Garsonluk, anketörlük gibi işler yapıyorsun. Bunu da deneyim olarak gösteremeyince ne iş olursa yaparım deyip herhangi bir işe girmek istiyorsun.
Hiçbir yer kendi kadrosuna almıyor, taşerona yönlendiriyor. Sürekli bunlarla karşılaşınca artık iyi bir işyeri değil, taşeron şirket aramaya başlıyorsun. İşe girdikten sonra da sorunlar bitmiyor. Hiç bilmediğin bir işte eğitim vermeden direkt çalıştırıyorlar. “Zamanla zaten öğrenirsin” diyorlar. Geçimini sağlamak için mecburen çalışıyorsun. Aldığım ücret düşük dersen “fazla mesai” diye bir seçenek sunuyorlar. Bazen bu fazla mesailer “zorunlu mesai” olabiliyor. Fakat fazla mesailer de çözüm olmuyor. Karşılığında üç beş kuruş alıyorsun, ama ailenin yüzünü bile göremediğin zamanlar oluyor. Yoğun çalışma ve geçim sıkıntısı, “iş kazası”nı da kaçınılmaz kılıyor. Ama buna da “kader” deyip geçiyorlar.
Bizler de kendi çocuklarımızın eşitsiz şartlarda eğitim almalarını, kötü koşullarda çalışmalarını ve iş cinayetlerinde yaşamlarını yitirmelerini istemiyorsak, UİD-DER saflarında kapitalist sisteme karşı mücadelede yer almalıyız.