İşe gitmek için her sabah erkenden kalkıp evden çıkıyoruz. Sabah ayazında hava soğuk oluyor ve insanın elleri üşüyor. Bir an önce şu servis gelse de binip biraz ısınsak diyoruz. Sabah ayrı bir telaş var, akşam ayrı. Bir an önce kalksa da servis evime gitsem dinlensem derdindeyizdir. Günün sonunda yorgun argın bir şekilde servise bindikten sonra bir yandan da kara kara düşünüp birbirimize sorarız: “Günler gelip geçiyor. Maaş günü yine alacağımız üç kuruş para. İki yakamız bir araya gelmiyor. Yahu ne olacak bizim sonumuz?” Tüm işlerin ortak bir yarasıdır bu.
Yine böyle bir gün serviste giderken yanımdaki işçi arkadaş “ağabey sana bir şey soracağım” dedi. Ben de “tabii sorabilirsin” dedim. “Başka bir fabrikada çalışan bir arkadaşım sendikaya nasıl üye olunur diye sordu. Sen bilirsin diye sana geldim” dedi. “Kaç işçi arkadaş üye olacak” diye sordum. O da “bir tek o olacakmış” dedi. “Neden” dedim. O da anlatmaya başladı. Servis aracında kamera ve dinleme cihazı varmış. O sabah serviste konuştuklarını patron kamera kayıtlarından dinlemiş ve ardından da işçilerden birinin işine son vermiş. Arkadaşın arkadaşı olan işçi de atılırsam sendikalı olarak atılayım diyormuş. Ben de “şimdilik atılmadıysa daha dikkatli olsun” ve bu konu üzerine konuştuk.
Patronlar örgütlenmememiz için elinden geleni yapıyor. Fabrikanın her yerine kamera koyup çalışırken bizi izledikleri yetmiyormuş gibi servise dahi kamera yerleştirip bizi dinliyorlar. Patronların biz işçilerin örgütlenip bir araya gelmemizi engellemek için akıllarından geçmeyen şeytanlık yok. En büyük korkuları bizim birlik olmamız. Onlar gayet iyi biliyorlar ki, biz işçilere reva gördükleri yoksulluğun, uyguladıkları baskıların hesabını onlardan mutlaka soracağız. Kameraları da işten çıkarmaları da işçilerin bir araya gelmesinin önünde engel olamayacak. Biz işçilerin her ne olursa olsun örgütlü mücadele etmekten başka bir yolumuz yok. Onlar bölmeye çalıştıkça biz örgütlenmeyi bırakmayacağız. Örgütlüysek her şeyiz, örgütsüzsek hiçbir şey!