
Benim çalıştığım fabrikada bir kadın işçinin hayatından bahsetmek istiyorum sizlere. Bu kadın işçi, günde 10-14 saat çalışıp ayda 900 lira ücret alıyor ve fabrikanın en kötü bölümü olan “benzin talaş”ta çalışıyor. Diyeceksiniz benzin talaş da ne? Benzin talaş, üretilen tencerelerin parlatılması işleminde kullanılıyor.
Bu kadın işçinin iki tane çocuğu var. Kocası terk edip gitmiş, kirası ucuz olsun diye rutubetli, havasız bir evde yaşıyorlar. Fabrikada her gün benzin talaşın içinde çalıştığı için üstü başı benzin kokuyor. Akşam üstünü değiştirdiği halde evde çocukları “anne sen benzin kokuyorsun” diyorlar. Kadın işçi arkadaşım çocuklarına nasıl bir işte çalıştığını anlatmaya çalışsa da, çocuklar annelerini anlayacak yaşta değiller.
Paydoslarda karşılaştığımızda sohbet ediyoruz. Çaresizliğini anlatıyor, benzin talaşın onu ne kadar yıprattığını anlatıyor. “İnanır mısın idrarım bile benzin kokuyor. Ama ne yapıyım? İki çocuk, ev kira, 900 liraya günde 10-14 saat çalışıyorum, yetiremiyorum. Çıkıp başka bir iş de arayamıyorum, vakit kaybetmemek için bir yere de gidemiyorum. Bir de şeflerin, müdürlerin azarlamaları, at koşturur gibi bizi çalıştırmaları beni mahvediyor” diyor. Benzin talaşta başka kadın arkadaşlar da çalışıyor ve bunlardan hastalanıp işten ayrılanlar da oldu.
Aslında benzin talaşın bir çözümü var. Bu işi yıkama makinesi yapıyor normalde, hatta benzin talaşın yapacağı işi daha çabuk ve daha temiz yapıyor. Fakat patron makineyi almayı masraf olarak görüyor. Birkaç kadın işçiyi ucuza çalıştırarak onların sağlığını hiçe sayıyor. Görüyoruz ki patronlar için işçinin hiçbir değeri yok. Patron kazanacağı paraya, arttıracağı sermayesine bakıyor.
Patron bunları düşünürken, biz işçiler kendimizi çaresiz hissediyoruz. Halbuki biz çaresiz değiliz, sadece bilinçsiziz. Bilinçlenip mücadele etmediğimiz için bu insanlık dışı koşullarda çalışıyoruz. Her şeyi biz üretiyoruz. Eğer işçiler üretim yapmasa patronlar ne yapabilir? İşçiler olarak gücümüzün farkına varmak ve örgütlenmek zorundayız.