
Yoğun bir tempoyla robotlu makineme yetişmeye çalışıyordum. Birden yıldıran robotum arıza vermeye başladı. Ben de ustayı çağırdım. Usta makinenin işinin uzun süreceğini, gidip diğer makinede çalışan arkadaşlarıma yardım etmemi söyledi. Ne yalan söyleyeyim biraz nefes alacağım için sevinmiştim. Ben de tek tek makineleri dolaştım. Bizim işyerinde robotları durdurmak mümkün değil. Her türlü ihtiyaçların için yerine bakacak birini ayarlaman lazım, yani tuvalete gidebilmen için birini ayarlayamazsan yandın! Ben de makineleri dolaşıp tuvalet ihtiyaçlarını giderebilmeleri için arkadaşlarımın yerine çalışıyordum. Sonra tüm makineleri dolaştıktan sonra Sinan beni makinesine çağırdı. “Nasılsın Ayşe” dedi. Ben de “Nasıl olsun çalışıyoruz. Yıldıran arıza verdi ben de arkadaşlara yardım ediyorum, dur sana da yardım edeyim birlikte çalışalım” dedim.
Aslında Sinan’a soracak çok sorum var ama bu gürültülü ortamda nasıl konuşulur ki diyerek kendi kendime düşünüyordum. Kıdem tazminatına ne olacak? Metal işçilerinin grevi neden ve nasıl yasaklandı? Derneğin düzenlemiş olduğu kampanya nasıl gidiyor? diye sormak istiyordum. Birden Sinan “bu akşam müsait misiniz” dedi. Ben de “hayırdır” dedim. “Eğer müsaitseniz size gelelim” dedi. Ben de “olur tabii” dedim. Ardından İsmail ustanın sesi duyuldu. “Ayşe arıza giderildi, geç makinenin başına!” Uuff, ne olur sanki bugün böyle sürseydi. İki çift lafın belini kırsaydık. İnsan arkadaşlarıyla birlikte çalışınca zaman daha çabuk geçiyor. Off yıldıran ya, biraz daha dinlenseydin, çalış çalış nereye kadar, çabuk eskiyeceksin! Neyse bu akşam mesai yok. Aaa yemeğim de yok, bu akşam bize gelecekler de ne pişirsek? Aman Ayşe onlar halden anlar, yabancı mı, seninle aynı fabrikada çalışıyor. Hem misafir umduğunu değil bulduğunu yermiş, bir şeyler ayarlarız. Şimdi çalış, bugün zaten çok yorulmadın. Haydi, yıldıran ver parçaları, haydi Ayşe al parçaların çapağını. Akşamı ettik.
Servis durağında indiğimde bir baktım ki bizim Mehmet usta elinde balık “bu akşam size balık pişiriyorum” dedi. İçimden “demek misafir umduğunu da yiyebilir” dedim. Hep birlikte eve geçtik. Eşim de bu duruma çok sevindi. Eşim ve Mehmet usta balıkları pişirirken biz de Sinan’la salataya giriştik. İlk defa erkek arkadaşların elinden yemek yiyecektim, elbirliğiyle yapınca yemek çok çabuk hazırlandı. Yemeğimizi yerken ben dayanamayıp “metal işçilerinin grevi yasaklandı, nasıl oluyor bu?” diyerek Mehmet ustaya sordum. O da bana “sence nasıl oluyor?” dedi. Hükümet grevi “milli güvenliği bozucu nitelikte” görmüş, milli güvenlik derken bence sermayenin güvenliğinden bahsediyorlar. “Fakat burada ne yapılmalıydı” dediğimde Mehmet usta geçmişte Maden-İş’in neler yaptığından bahsetti. Geçmişte DGM’ye karşı yürümüşler. MESS’i hizaya getirip istediklerini kabul ettirmişler. Sonuç hep aynı kapıya geliyordu, eksiklik işçilerin birliğiydi. Peki, bu birlik nasıl yaratılabilirdi, gökten zembille inmezdi herhalde.
Öncü işçilerin öneminden bahsederek taban örgütlerinin geliştirilmesi gerektiğinden söz etti. Neydi şimdi bunlar sorsam mı? Anlamadım ama güçlü işçi birlikleri bu şekilde oluyor galiba. Beynimde yankılandı öncü işçi kelimesi. İşçilerin geçmişteki mücadelelerinden bahsetti Mehmet usta, ben bilmediğim için kendimden utandım. Şimdiye kadar bunları bize hiç kimse anlatmamıştı. Kıdem tazminatının başına neler geleceğinden bahsetti. Çok iyi bir şeymiş gibi konuşulan kıdem tazminatına fona devredilerek aslında el konulacağını, bizim istediğimiz zaman bu fondan yaralanamayacağımızı, üstelik giydirilmiş brüt ücret üzerinden alamayacağımızı söyledi. Bu düpedüz haksızlıktı, bizim paramızı bize vermiyor önüne bir sürü engel koyuyorlardı. İçimde büyük bir öfke birikti. Mehmet usta anlattıkça mücadele etmenin ne kadar önemli olduğunu anlıyordum. Ertesi gün kampanya için stant açacaklarını, katılmak istersek gelebileceğimizi söylediler. Eşimle göz göze geldik. “Gelmek isteriz, ama çocuklar?” Çocuklara biz bakarız sorun olmaz dedi. Eminim çok iyi bakacaklarına, çünkü çocuklar çok sevmişti ağabeylerini. Biz konuların derinliğine daldığımızda bizim Sinan bulaşıkları yıkamıştı. Çok şaşırdım, çünkü bizim evde bulaşık yıkamak kadının göreviydi. Sanırım eşim de biraz utanmıştı.
UİD-DER’li olmak böyle bir şey demek ki. İşçi sınıfının tarihini bilen, kadının sorunlarını anlayan ve durmadan mücadele eden!