Çalıştığımız işyerlerinde yeterince sömürülmüyor ve ezilmiyormuşuz gibi, bir de şiddete, baskıya, hakarete maruz kalıyoruz. Müdüründen vardiya amirine kadar patron uşakları başımızda kral kesiliyor. Fabrikada geçen gün yaşadığımız bir olay işyerlerindeki baskının somut bir örneğiydi.
İşçilerin çoğunluğunun öğle molasında olduğu saatlerdi. Dinlenme yerleri olmadığından fabrikanın çeşitli yerlerinde oturuyordu işçi arkadaşlar. Bu sırada üretim şefinin odasında işçileri gözetleyen müdür, iki işçinin şakalaştığını görünce, derhal kapıdan işçileri odaya çağırdı. Odaya giren işçilere çok sert bir şekilde bağırıp azarlayan müdür, fabrika şefine dönerek “sizin üretimde sağladığınız disiplin bu mudur” diye sordu? Ardından bir işçinin yakasına yapışıp, “siz burayı çocuk parkı mı sandınız, ne biçim işçisiniz” diye bağırdı. “Derhal çıkın yukarıya istifanızı yazın” dedi. Bir an “kaç yıllık işçisiniz” diye sordu ve “1 yıllık işçiyiz” cevabını alınca istifa sözünden caydı. Daha ne olduğunu dahi anlamayan işçi arkadaşlarımızı, müdür yakasından tutup dışarı itti. Ardından tekrar şefe dönüp “burası ne biçim bir yer, biz ne fabrikalar ne işçiler gördük” diyerek şefi de azarlayıp odadan çıktı, gitti.
Müdürün bu denli pervasızlaşması, işçilere bağırıp çağırması ve yaka paça dışarı atmasına fabrikadan bir ses çıkmadı. İşçilerin uğradığı hakaret şimdilik müdürün yanına kâr kaldı. Fakat bu durum sürpriz değil ve birçok fabrikada benzer örnekler yaşanıyor. Disiplin adı altında işçilere köle muamelesi yapılıyor. Emre itaat etmeleri, molalarda robotlar gibi hareket etmeleri isteniyor. Elbette bu durumun nedeni işçilerin örgütsüz olmalarıdır. Örgütlenen ve birleşen işçiler zincirlerini kırmaya başlarlar. Hakkını arar, insanca yaşar ve baskılara boyun eğmezler. İşçilerin kolları birleştiğinde değil müdür, değil patron, bütün bir ücretli kölelik düzeni yok edilir.