Dünyaya gözlerimizi açtığımızda ilk olarak ailemiz kucaklar bizleri. Pek çok yönümüz ailede şekillenmeye başlar. Gerçekten de hangi ailede dünyaya geldiğimiz, birçok yönden bizi etkiler, nasıl bir yaşam süreceğimizi belirler. Ailemizin bize etkisi sadece genetik özelliklerden ibaret değildir.
Ebeveynlerin genetik özellikleri kadar, gelir ve eğitim düzeyi de çocukların gelişimi üzerinde etkide bulunur. Son dönemlerde yapılan bir araştırma, ailenin gelir düzeyinin çocukların beyin gelişiminde ne kadar etkili olduğunu çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Araştırmaya göre varlıklı ve iyi eğitimli ailelerin çocuklarının beyinleri, daha alt sosyal tabakadan gelen yaşıtlarına göre daha büyük ve bu çocuklar zekâ testlerinde daha başarılı oluyorlar. Buradaki ayrımı gözden kaçırmamak gerek. Varlıklı ve iyi eğitimli ailelerden kasıt, burjuva ailelerdir. Daha alt tabaka diye adlandırılan ise bizler, yani işçi aileleridir.
Çoğu, açlık sınırının altında ücretlerle yaşamaya zorlanan işçi-emekçi ailelerin çocukları, iyi ve dengeli beslenemiyorlar. Oyun oynamaları, fiziksel ve zihinsel olarak geliştirici aktiviteler yapmaları gereken yaşta ya çalışıyorlar ya da evde ağır sorumlulukların altına giriyorlar. Hastalandıkları zaman iyi bakılmıyorlar. Eğitim düzeyi düşük okullara gitmek zorunda bırakılıyorlar. Bu okullarda çocukların yetenekleri, ilgi alanları ortaya çıkamıyor. Bir yığın bilimsel olmayan, kalitesiz ve yüzeysel eğitim almak zorunda kalıyor emekçi çocukları. Kalabalık sınıflardaki yeknesak/monoton derslerde bu kadarını bile ne kadar anladıkları sorgulanmıyor. Pek çok aile çocuklarına bu kadarını bile sağlayamıyor. Çocuklar okula gitmek yerine sokaklarda, atölyelerde çalışmak zorunda kalıyor.
Çocuklarıyla benzer koşullarda büyüyen işçi anne-babalar, mahkûm bırakıldıkları yaşam koşullarına göğüs gerebilmek için daha uzun saatler çalışmak zorunda kalıyorlar. Birçok işçinin ağzından dökülen “çocuğum da benim gibi sürünmesin, her şeye onlar için boyun eğiyorum” gibi cümleler, var olan gerçekliği değiştirmiyor.
Çocukları için ağır çalışma koşullarına katlanan, giderek daha çok çalışmak zorunda kalan aileler, çocuklarına yeterince vakit ayıramıyor, ihtiyaç duyduğu ilgiyi veremiyor. Yanı başında durduğunu zannettiği çocuklarına hasret bir yaşam sürüyor çoğu işçi ailesi. Çocuklar anne-babanın sevgisinden mahrum büyüyor. Anne-babalar hem sosyal çevrelerinden hem de çocuklarından neredeyse tümüyle kopartılıyor. Bütün bunlara rağmen işçi ailelerinin eline doğru dürüst beslenebilecekleri bir ücret bile verilmiyor. Aldığı ekmeğin bile hesabını tutmak zorunda bırakılan işçiler, iyi beslenebilmek için gereken gıdaları ancak market reyonlarında görüyorlar.
Diğer taraftaki imkânlara bakınca neler görmüyoruz ki! Doktor kontrollerinde beslenme listeleri, hastalık hallerinde mükemmel bakım, her türlü tatil ve eğlence imkânı, yetenek ve ilgi alanlarına dayalı kaliteli bir eğitim, okulun dışında müzik, dil, spor gibi özel dersler, eğitmenler... Patron çocuklarının önüne serilen böyle bir hayata karşılık, işçilerin evlatlarına sunulan yaşam çok başkadır. Onlara reva görülen, patronların saltanat sürdükleri bu sömürü düzeninde, kölece çalışarak tüketilecek bir yaşamdır, dahası değil!
Her şeyi üreten işçilerin çocuklarına reva görülen hayat işte budur! Bizler her şeyi üreten koca bir sınıfın parçası olarak, ürettiğimiz zenginliklerden mahrum bırakılıyoruz. Bir tarafta yaşamı var eden işçi sınıfı, diğer yanda o zenginliğe el koyan patronlar sınıfı. “Her şey çocuklarım için” diyen işçi anneler, babalar, daha uzun çalışma saatlerine, düşük ücretlere, sefalete katlanarak değil, bu sömürüye ve adaletsizliğe dur diyerek çocukları için bir gelecek kurabilirler!