
Bindiğim otobüsün güzergâhı araştırma hastanesinin önünden geçiyor. Hastanenin önünde otobüse binen insanlara bakmak her şeyi anlamaya yetiyor bence. Yorgun, bezgin, ümidini kaybetmiş, bitap düşmüş insanlar… Mühim olan onlara bakmak, bakıp da anlayabilmek.
Karşımda orta yaşlarda bir kadın ve küçük oğlu. Kadının gözleri kan çanağı. Tesadüf eseri konuşmasını duydum ve ben de tanıştım kadınla. Çocuğunun ateşi yükseliyor, ne yapacaklarını bilemedikleri için özel bir hastaneye götürüyorlar. Olay tam burada patlak veriyor. Kimse çocuğa müdahale etmiyor. Hemşireleri, doktorları çağırıyor, gelen yok. Bu, kadının en küçük çocuğu, henüz iki yaşında bir bebek. Ağzından kan akmaya başlıyor. Müdahaleye geldiklerinde olan olmuş zaten. Bebek araştırma hastanesinde 20 gün yoğun bakımda kalıyor. Aynı zamanda havaleden dolayı gözlerinde kayma meydana geliyor. Ameliyat olması gerekiyor. Bu gözü yaşlı, acılı kadının bakması gereken daha yedi çocuğu var. Evdeki çocukları sahipsiz, bebeği hastanede, içi yanıyor.
İhmaller sonucu birçok çocuk canından oluyor. Köylerimizde sağlık ocakları yok. Birçok insan mağdur. Bu talihsiz annenin yaşadığı gibi birçok rahatsızlık son ana kadar anlaşılmıyor ve geç kalınıyor. Birçok insan sağlık konusunda eğitimsiz, bilinçsiz. Nerede kurallarımız? Mevzuatlarımız, sağlık ocaklarımız? Kitap üzerinde, yasada, sözde… Var olanlar da formalite zaten. Peki, hastane görevlilerine ne demeli? Bu insanlar sözüm ona eğitimli. Bir de utanmadan şikâyet edilmesinler diye tehditlere başvuruyorlar. Bizim eğitimimiz de buraya kadar, sonrası tıkanıyor. Konuşmaya gelince eğitimliyiz, vicdana gelince kör cahil!
Yapılanlar bununla sınırlı değil. O anne ağlarken otobüsteki diğer yolculara bakıyorum. Bir gencin elinde telefon ve kulaklarında kulaklık, bakıyorlar ama görmüyorlar ya da görmemeyi tercih ediyorlar. Ki ben de çok masum değilim. Telefonumun biten şarjı olmasa bu konuşmayı duymayacaktım. Bakıp da görmeyenlerden olacaktım. O kadar ben merkezli hale gelmişiz ki. Benim ailem, benim acım, benim işim, benim sınavlarım, benim hastalığım… Ben olmaktan çıkamıyoruz. Biz olamıyoruz. Belki üst kat komşumuz şiddet görüyor, karşı komşumuz aç, alt komşumuz cinayete kurban gidiyor, sınıf arkadaşımız tecavüze uğruyor. Biz olamıyoruz ki bunlarla ilgilenelim. Konuşmaya gelince bizden iyisi yok. Ağzımıza geleni söylüyoruz. Peki, faaliyet nerede? Biz olamıyoruz işte. Bize dokunmayan yılan bin yaşasın. Başımıza geldikten sonra feryat figan!
Korkmayalım, ben olmaktan çıkalım. Mücadele edelim. Biz olursak aşamayacağımız engel kalmaz. Ne güzel söylüyor Gazap Üzümleri’nde John Steinbeck: “Bombanın artık düşmediği ama bombacıların hâlâ yaşadıkları dönemden korkun. Çünkü her bomba savaş ruhunun ölmediğinin kanıtıdır. Grevlerin kesildiği ama büyük patronların yaşadığı dönemlerden korkun. Çünkü ezilen her küçük grev ileri doğru atılan adımın kanıtıdır. Şunu da unutmayın. İnsanoğlu bir kavram için savaşmadığı, uğrunda ölmediği zaman felaket gelip çatmıştır.”
Mücadeleye katılalım. Patronlara karşı, sisteme karşı, eğitimsizliğe, bilgisizliğe karşı, içimizdeki BEN’e karşı biz olalım!