
“Teyzem bilmem mi? Zengin olan asker olur mu? Olmaz. Zengin olan asker de olmaz, şehit de olmaz.” Bu sözler, bir kadın astsubayın, evladını AKP’nin iktidar savaşında kaybeden acılı annenin yoksulluklarını anlatması üzerine söylediği sözler. Acılı anne şöyle anlatıyor yoksulluklarını ve çaresizliklerini:“Babası şofördü. Nüfusumuz çoktu. Çocuklarım küçüklü büyüklülerdi. Kendi kendilerini idare ederlerdi.”
İki aya yakın bir süredir süren savaşta, bunun benzeri diyaloglara sıkça rastlıyoruz. Ağlayanlar analar, babalar, ağabeyler, ölenlerin yakınları… İşçiler, ezilenler. Bu süre içinde ağlayan bir patronu, ağlayan bir bakanı görmedik.
Sermaye sınıfı ve AKP, işçileri her türlü yokluğa alıştırmaya çalıştı yıllarca. Kendileri için hep fedakârlık yapılmasını istediler. İşçilerden daha fazla çalışmasını, daha az ücret almasını, daha kötü koşullara hep “şükür” demesini istediler. Çoğunlukla dedirttiler de, yaptırttılar da! İşçilerin fedakârlıklarıyla Türkiye ekonomisini (yani sermayeyi) büyütmesini istediler; onu dünyada, Ortadoğu’da bir güç haline getirmesini istediler. Yaptırdılar da! Türkiye büyüdü, yani patronlar büyüdü, Ortadoğu’da bir güç haline de geldi. İşçilerin payına ne düştü? Bu büyüklüğün altında ezilmek düştü! Ölmek, sakat kalmak ve aynı zamanda eski yoksulluk koşullarında çalışmaya devam etmek düştü!
Savaş istiyorlarsa bakanların, patronların evlatları gitsin savaşa! Kürt, Türk aynı fabrikalarda çalışan, aynı yoksullukları yaşayan, aynı geleceksizliği paylaşan biz işçiler savaşmak istemiyoruz! Savaş da istemiyoruz, düşmanlık da!