
Bir meydan anlatacağım sizlere,
lakin
Nasıl anlatsam derdimi iki gözüm?
Nereden başlasam?
Sesimi yüreklerinde duyan kardeşlerim...
O meydanki can pazarı,
O meydanki kan kokusu,
Ahh, o meydan yürek sızısı...
Bu meydan Ankara’da
Tren garının karşısında...
Vakitlerden Ekimin onu
yıl, iki bin on beş.
Yüreklerinde barış çırpıntıları
Dillerinde barış çığlıkları
gelip de Anadolu’nun, Trakya’nın bağrından
doldurdular meydanı.
Günlerden Cumartesi ve
Henüz dakikalar geçmekte sabahın onunu
Kulaklarımda peş peşe iki uğultu
Belki ikincisini duymadı bile birçoğu
Parçalanmışım meğerse hain bir pusuda
ALÇAKÇA, KAHPECE parçalanmışım hem de.
Meydan, can pazarı,
Meydan, kan kokusu,
Meydan, yürek sızısı...
Soruyorum şimdi:
Henüz dokuzunda
üzerine ne giyecek olsa, büyük olacak Veysel
O beyaz kefene nasıl sığar?
Nasıl öderiz Güneş’e gömdüklerimize olan borcumuzu?
Erol’a, Serdar’a, Sidar’a, Elif'’e
Onlarcasına...
Böylesine gözlerimizin önünde
Vurulmuşluklarıyla…
Geride,
Bize bırakmış oldukları
Nefes alıyor olmanın dahi yüküyle...
Ama sözümüz olsun sizlere
gelip de götürmek istediğiniz barışı
topraklarınızın koynuna
bir bir ekmek de
boynumuzun borcudur bundan böyle...