
Patronlar işçileri bir araç olarak görüyor. Amaçları işçiye az ücret ödeyip daha çok kazanmak. Taşeronlaşma, esnek çalışma, sendikasızlaştırma, uzun çalışma saatleri, işçiyi iş yükü altında ezip yalnızlaştırmak da bunun araçları.
Asgari ücretle veya biraz üstü ücretle, asgari ihtiyaçlarını bile karşılayamayan işçiler, çalıştıkları işyerlerinde bir makine parçası haline geliyorlar. İşçiler, yerin yüzlerce metre altında, inşaatlarda, fabrikalarda iş kazalarından, meslek hastalıklarından ölüyorlar.
İşçilik maliyetlerinin yüksekliğinden şikâyet eden patronlar, türlü oyunlarla bunun faturasını işçilere ödetiyorlar. Ya işçiyi sigortasız çalıştırıyor ya da sigortasını düşük ya da asgari ücretten gösteriyorlar. Yasalarda sigorta primine ücret dışında fazla mesai, prim ve yıllık izin de dâhildir. Patron mesai ve pirimi sigortada göstermiyorsa yine sigortayı düşük gösteriyor demektir. Yani bu çalışıp ücret almamakla aynı şeydir. Patronlar, işçinin emeğinden ve geleceğinden çalıyorlar.
İşyerlerinde patronların kurduğu bir düzen var: “Sen bizdensin, sen bizim ustamızsın, biz takım arkadaşıyız, burası sizin yeriniz, sen bizim hemşerimizsin” gibi sözlerle sömürünün üstünü örtmeye çalışıyorlar. İşçi hakkı olanı istediğinde hem karalanıyor hem de türlü oyunlarla işine son veriliyor. Çünkü hiçbir patron, hakkını arayan, sorgulayan işçiyi sevmez.
Patronlar hangi oyuna başvurursa vursun gerçek şudur; işçi gücünü haklılığından alır. Bundan dolayı işçi kendine, haklılığına güvenmeli, güçlü olmalıdır. İşçiler, işyerlerinde yapılan haksızlıklara, kendinden çalınanlara, iş cinayetlerine, meslek hastalıklarına, düşük ücretlere karşı durmalıdır. Bu da ancak işyerlerinde işçilerin birlikte, örgütlü hareket etmesiyle sağlanır. Sömürü düzenine karşı bilinçli, güçlü ve örgütlü duruş işçilerin gelecek nesillere borcudur.
Yaşasın işçilerin birliği!
Yaşasın işçilerin örgütlü mücadelesi!