Bülten dağıttığımız fabrikadaki bir işçiyle asgari ücret üzerine sohbet ediyorduk. “Asgari ücret yetiyor mu, asgari ücretin daha yüksek olması için ne yapmalıyız?” diye sordum. “Düşük ama ne yapabiliriz? İşçiler bir araya gelmez, bu çok zor, en güzeli ne yapabilirsen kendin yaparsın” dedi. Ben de “tek başına uğraşmak çözüm mü, kendimizi bugün kurtardık, peki yarın ne yapacağız, çocuklarınıza nasıl bir yaşam bırakacaksınız?” dedim. “Haklısın ama ne gelir elden” diyerek gitti. Sonra bizim konuşmamızı duyan aynı fabrikadan bir işçi arkadaşımız mesailerle ücretlerini yükseltebildiklerini, ücretlerin düşük olduğunu söyleyerek yanımdan ayrıldı.
O an patronların işçilere güçsüzlük ve çaresizlik duygusunu “her koyun kendi bacağından asılır”, düşüncesini nasıl kanıksattığını bir kez daha anladım. Patronlar işçilere içinde bulundukları durumu kabullendirmişti ve bunun değişebileceği düşüncesini kafalarından silmişti.
Biz işçiler patronların bize kanıksattığı düşüncelerden kurtulmalıyız. İşçi anneler ve babalar bugün bu düşüncelerle işyerlerinde yan yana gelip mücadele etmekten geri durmamalılar. Çünkü yarın çok geç olabilir. Üstüne titrediğiniz, iyi bir gelecek vermek için uğraştığınız çocuklarınız yarın hayal ettiğinizden bambaşka bir gelecekle karşı karşıya kalabilir. “Çocuğum okuyacak ve kurtulacak” diye düşünmek doğru değil.
Benim babam memurdu, biz çocukları da işçi olarak fabrikalarda çalışıyoruz. Yaşam mücadelesi veriyoruz. Babam okuyup kendini “kurtarmakla” bizi de kurtarmış olmadı. Bizler dönem dönem işsiz kaldık. Çalışma koşullarımız ağırdı. Düşük ücretler aldık. Meslek hastalılığına yakalandık. Bizim iş güvencemiz patronun iki dudağının arasında.
Patronlar sınıfına karşı mücadele etmeye başladığımda anladım ki anneler babalar kendi ailelerini tek başlarına kurtaramazlar. Önemli olan kendini kurtarmaya çalışmak değil diğer işçilerle birlikte işçilere dayatılan şartlara karşı mücadele etmektir.