
Gün geçmiyor ki televizyonda, haberlerde kadına şiddet olaylarını görmeyelim. Kadın toplumda her zaman ikinci planda görülüyor. Toplumun algısında sadece çocuk doğuran, ev işlerini yapan, kocasına hizmet eden, yani varlığını sadece evinin içinde sürdürmesi beklenen kadın, sosyal hayata dâhil edilmeyerek dört duvar arasına sıkıştırılmış bir hayat yaşıyor. Devlet de kadını bu konuma itmek için elinden geleni yapıyor. Örneğin Türk Dil Kurumu’nun internet sitesindeki sözlükte kadın “Analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri, becerileri olan”, “Hizmetçi bayan” olarak tanımlanırken erkek kelimesinin anlamı ise “Sözüne güvenilir, mert”, “Sert, kalın, bükülmez” olarak verilmiş.
Devletin resmi kurumu olan TDK’nın kadın ve erkek tanımlaması, devletin kadına bakışının ne olduğunu açıkça gösteriyor. Elbette buna şaşırmamak lazım ama öfke duymamak mümkün değil. Biz emekçi kadınlar evde, fabrikada, işyerlerinde çifte sömürüye maruz kalıyoruz. Bu da yetmezmiş gibi aşağılanıyor, küçük görülüyoruz. Oysa biz çok iyi biliyoruz ki, bizi bu koşullarda yaşamaya mahkûm eden erkek egemen sistemin bizzat kendisidir, kapitalizmdir. Erkek egemen sistemin bize dayattığı koşulları, biçtiği rolü kabul etmemeli, fabrikalarda, mahallelerde, hayatın her alanında bir araya gelmeli, örgütlenmeli ve “varız ve üretiyoruz” demeliyiz. Kendi hayatımızı değiştirecek gücün kendimizde olduğunun farkına varmalıyız.