
2012 yılında sözde iş kazalarını önlemek için 6331 sayılı “İş Sağlığı ve Güvenliği” kanunu çıkmıştı. Kanundan sonraki tabloya baktığımızda iş kazalarının azalması bir yana, ciddi oranlarda arttığı ortadadır. İş kazaları ve meslek hastalıklarının artmasının ana sebebi iş güvenliği önlemlerinin alınmaması. İşyerlerini denetleyen bakanlık müfettişlerinin tutumları ise tam bir felaket.
Geçtiğimiz aylarda uzmanlığını yapmış olduğum işyerlerinden birkaçına Çalışma Bakanlığından müfettişler geldiler. İşyerlerine yapılan denetimlerde tek baktıkları nokta iş güvenliği evrakları. Denetimin yapıldığı fabrikalardan biri döküm fabrikasıydı. Döküm fabrikasını denetlemeye gelen müfettişler “meslek hastalıklarını önlemek” için denetim yapıyorlarmış. Denetim olduğunu öğrendiğimde bir an orada çalışan işçiler açısından sevinmiştim. Gelen müfettişlerin önlemlerin hepsini aldıracağı düşüncesine kapılmıştım. Döküm fabrikası ilkel çağlardan kalan bir üretim alanını andırıyor. İşçiler her gün yoğun bir şekilde içerisinde silika bulunan tozlara maruz kalıyorlar. Havalandırma göstermelik yapılmış durumda. İşçilerin soyundukları, yemek yedikleri yerler hijyenden çok uzak; resmen siyah toz çamura dönmüş durumda. Burada işçilerin iş kazası geçirmemesi veya yakın zamanda meslek hastalığına yakalanmaması bir mucize olur. Üretim alanını gören herkes burada her an bir iş kazası olabileceğini, bu işçilerin kısa sürede meslek hastalığına yakalanabileceğini rahatlıkla söyler. Böyle bir fabrika için bakın müfettişler ne dediler: “Üretim alanı fena değil, daha kötü durumda olan yerleri de gördük.” Müfettişten bu kelimeleri duyduğumda sanki başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Ben müfettişlerin şartları düzelteceğini düşünürken, müfettişler patrona üretim alanının iyi olduğunu söylediler.
Denetimlerde inceledikleri esas mesele evrakların durumu oldu. Sağlık raporlarını tek tek incelediler. İşçilerin eğitim alıp almadıklarını evraktan incelemiş oldular. Kısacası her şeyi evrak olarak incelemiş oldular. Fabrikadan hiçbir işçiyi çağırıp da koşullarını sormadılar. Eğitimi gerçekten aldılar mı bunları da sormadılar. Yasal olarak döküm fabrikalarında günlük çalışma saatleri 7,5 saati geçemez, hiçbir işçiye mesai yaptırılamaz. Müfettişler, patrona işçileri kaç saat çalıştırdıklarını bile sormadılar. Geldiklerinde havalandırmanın elektrik bağlantıları bağlı değildi, tutanaklara havalandırma olmadığını bazı işçilerin eğitim evrakları olmadığını vb… maddeler hakkında yazdılar ve o günkü denetlemeyi bitirmiş oldular. Yaklaşık 1 ay sonra yazdıkları maddelerin yapılıp yapılmadığını denetlemek için fabrikaya tekrar geldiler. Yazdıkları maddelerin hepsi sözde yapılmıştı. Fabrikadaki havalandırma tesisi faaliyete geçirildi. Fakat havalandırma tesisinin üretim alanına hiçbir katkısı olmamıştı. İçeride bulunan toz miktarı o kadar fazla ki kurulan havalandırma yeterli gelmedi. Müfettişler havalandırmayı gördüler, motorunun çalıştığına emin oldular ve tamam dediler. Denetimi patron kendince başarıyla atlatmıştı. Denetim sonucunda işçilerin çalışma koşulları hakkında aslında hiçbir değişiklik olmamıştı. Göstermelik maske, baret, kulaklık, yanmaz önlükler alınmıştı. Ama bunlar meslek hastalıklarını önlemek için yeterli hususlar değil.
Müfettişler görevlerini yapmış oldular! Asıl gelme dertleri meslek hastalıklarını önlemek olan müfettişler işçileri meslek hastalıklarının kucağına bırakıp gitmiş oldular. Fabrikalarda eğitim verdiğimizde işçiler çözümü devletten beklediklerini söylüyorlar. Çalışma Bakanlığının koşullarını düzeltebileceklerini düşünüyorlar. Oysa bu tablodan da gördüğümüz gibi koşullarımızı yalnız bir araya gelebilirsek düzeltebiliriz. Sorunlarımızın çözümünü devlete bırakırsak sorunlarımız hiçbir zaman çözülmez.