
8 Mayısta Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca Haliç Kongre Merkezi’nde 8. Uluslararası İş Sağlığı ve Güvenliği Konferansı yapıldı. Patronlar, devletin bakanları, hükümet, cumhurbaşkanı işçilerin canı sanki kendileri için önemliymiş gibi birkaç söz söylediler. Fakat böyle bir konferansta bile işçi ölümlerinden işçileri sorumlu tutmaktan çekinmediler. Giriş ücretinin 400 lira olduğu ve hiçbir işçinin yer almadığı konferansta patronların hukuki olarak iş cinayetlerinden nasıl kurtulacakları anlatıldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan iş kazalarının sadece patronun değil işçilerin de hassasiyet göstermesiyle önleneceğini söyledi. Mesela verdiği bir örnekte hava sıcak diyerek baret takmayan işçileri kendi ölümlerinden sorumlu tuttu. Çalışma Bakanı Soylu ise konuşmasında işçi ölümlerinin 2002 yılından beri azaldığını belirtti ve dileklerinin iş kazalarını en aza indirmek olduğunu söyledi. Konferansta konuşan profesörler ise iş kazalarında her zaman işverenin sorumlu olmadığını, işçinin, üçüncü şahısların, doğal olayların neden olduğu iş kazaları olduğunu söyleyerek patronları bu yükümlülükten kurtarma çabalarını açıkça belli ettiler. Ayrıca konferansta Yargıtay’ın şimdiye kadar verdiği örnek kararlar da gösterilerek, patronların sorumluluktan kurtulduğu olaylardan örnek verildi.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) raporlarında Türkiye ölümlü iş kazalarında dünyada 3. Avrupa’da ise 1. sırada yer alıyor. Her ay ortalama 150 işçi iş cinayetlerine kurban gidiyor. Bunlar sadece kayıtlı iş kazalarıdır. Hükümet Soma’da 301 işçinin öldüğü katliamdan sonra iş güvenliği yasasına ekler yaptı. Fakat bu yasada bulunan, patrona maliyet getirecek maddeler 2 yıldır sürekli ertelenerek yürürlüğe girmiyor. Bizler çalıştığımız işyerlerinde iş güvenliği denetimlerinin nasıl yapıl(ma)dığını görüyoruz.
Üretim adetlerini yetiştirme baskısını sürekli hissediyoruz. Uzun çalışma saatleri, gece vardiyaları, ücretlerimizin düşüklüğü nedeniyle yaşadığımız geçim sıkıntısı iş kazalarını arttırıyor. Daha fazla iş çıkarmak için her gün iş güvenliği butonları kaldırılmış tezgâhlarda çalışıyoruz, hiçbir güvenlik önlemi olmayan, uygunluğu denetlenmemiş iskelelerin tepesine çıkıyoruz, yaşam odası olmayan, gaz, ısı, göçük riski kontrol edilmeyen madenlere giriyoruz. Sadece baret takmakla mı kurtulacağız ölmekten, sakat kalmaktan? Taşeronluk alabildiğine yaygınlaşırken, hatta Meclis’te onaylanan kölelik bürolarıyla bugünleri aratacak çalışma koşulları oluşturulmaya çalışılırken kim patron, hükümet, bakanlar işçinin canını umursuyor diyebilir ki?
İş cinayetlerinde ölmek doğal değildir. İşçilerin kaderi hiç değildir. Bizim kanımızla, canımızla servetlerini arttıran patronların en büyük cezaları alması, cinayetle yargılanması gerekmektedir. Fakat giderek artan iş cinayetleri bunu o Meclis’teki ikiyüzlülerden beklemememiz gerektiğini gösteriyor. Daha iyi çalışma koşullarını sağlamak, işçilerin her gün iş cinayetlerine kurban gitmesini önlemek bizim ellerimizde, bizim örgütlülüğümüzde. Bir arada durarak, işyerlerimizde ortak hareket ederek iş güvenliği önlemlerinin gerçekten alınmasını sağlayabiliriz.