Genç işçilere sunulan tüm olanaklar, gençliğin enerjisini kullanmaktan ve bizleri yarış atı olmaktan öteye taşıyamıyor. İçinde yaşadığımız kapitalist düzende, bize sunulanın sopada sallanan bir havuçtan öteye geçmediği ortada. Yüzlerce üniversiteden her yıl binlerce genç mezun oluyor. Mezunlara sunulan iş imkânları ise kıyasıya rekabeti beraberinde getiriyor. Kimi zaman YGS, LYS, KPSS gibi adlarla girilen sınavlarda rekabet etmek, kimi zaman da bir terfi veya kariyer imkânı için birbirimizle yarışmak zorunda bırakılıyoruz. Aslında bu yarış, sınavlarda kalemle karalayıp çizgiyi dışına taşırmaya korktuğumuz kodlama kutucukları gibi karanlıktan ve sınırlılıktan öteye geçmiyor. Yarışın sonunda bir avuç genç daha iyi bir iş bulmalarını sağlayacak bir üniversitenin kapısından içeri girme imkânına kavuşuyor, geriye kalan milyonlarca genç ise hayallerine veda ederek gerçekliğin tam ortasında buluyor kendini. Bu yarış sadece eğitim hayatıyla da sınırlı kalmıyor, çalışma hayatı boyunca da bu yarışın en büyülü sözü olan kariyer kırbacı peşimizi bırakmıyor. Rekabetin sürekliliği ve kazanma hırsıyla arkadaşlarımıza sırt çevirdiğimiz anlar bile oluyor. Ta ki bu yarışın, küçük bir azınlık dışındaki milyonlarca gencin kaybetmesine dayalı bir yarış olduğunu kavrayana dek.
Patronlar sınıfı, dünyadaki tüm kaynakların sınırlı olduğunu, ama insan ihtiyaçlarının sınırsız olduğunu söylüyor. Evet, kaynaklar sınırlıdır. Ama bu sınırlılık milyonları aç ve yoksul bırakacak düzeyde değildir. Sayıları bir otobüs dolusu olan dünyanın en zengin patronları, servetlerine servet katarken hiçbir sınırlılık gözetmiyorlar. Biz işçiler ise en temel ihtiyaçlarımızı bile bin bir zorlukla karşılayabiliyoruz. Üretim kapasitesinin ulaştığı boyut milyarlarca insana yetecek bolluğa imkân sağlarken, bu bolluğu patronlar değil, dünyayı elleri ve zihinleriyle işleyen işçiler üretiyor. Oysa bu düzenin sefahatini patronlar, sefaletini işçiler yaşıyor. Dünya üzerindeki her şey işçi sınıfının toplumsal emeğiyle üretildiği halde, işçi sınıfı ve gençler yoksulluk içinde çıkışsızlığa mahkûm ediliyor. Elbette ki patronlar, mücadele etmemizi, haklarımızı kazanmamızı ve dünyayı bizler için yaşanabilir hale getirmemizi istemezler. Ancak onlar istemiyorlar diye bizim böylesine bir gelecekten vazgeçmemiz mümkün değil.
Patronlar sınıfının hayallerimizi mahvetmesine artık dur diyelim. Bir an önce silkelenip kendimize gelelim. Genç işçiler, öğrenciler olarak bunu ancak işçi sınıfı mücadelesine katılarak yapabiliriz. İşçi sınıfının mücadele tarihini öğrenerek kendi sınıf çıkarlarımızı gözetmemiz gerek. Üniversitelerde, işyerlerinde, mahallelerde, bizleri ayrıştıran rekabete, kişisel gelişim aldatmacasına, unvan kandırmacasına karşı uyanık ve birlik olmalıyız. Çünkü biz örgütlü bir karşı duruş sergilersek, patronlar sınıfı yarınlarımızı sermayeye kurban edemez. Daha iyisini, daha güzelini yapmak için rekabet etmek ve bunu işçi sınıfının faydasına sunmak başka, sınıf kardeşine rakip olmak, onu ve kendini patronlar sınıfına yem yapmak başkadır. İyi bir eğitim almak, daha güzel yarınların hayalini kurmak her gencin hakkıdır. Bu hakkı elimizden alan sıra arkadaşımız, iş arkadaşımız, mahalle arkadaşımız değil patronlar sınıfının kâr hırsıdır. Sermaye sınıfının çocukları doğuştan kariyerli doğar, onların bizler gibi bir gelecek kaygısı yoktur. Hiç YGS, LYS, KPSS gibi sınavlarla geleceğine yön vermeye çalışan bir patron çocuğu gördünüz mü? Onlar ait oldukları sınıfın mirasını devralır ve büyüklerinin kaldığı yerden zulmetmeye başlarlar işçilere. Bizler de genç işçiler olarak ait olduğumuz sınıfın, işçi sınıfının mücadele mirasına sahip çıkmalıyız. Biz genç işçiler, işçi sınıfının kızıl tomurcuklarıyız ve sınıfsız bir dünyaya açmak istiyoruz. Gençlik tohumu kızıl toprağa düştü bir kere, bundan geri dönüş yok! Ta ki bu kızıl ateş sermayeyi yakıp kavurana dek!