“Nerede hareket orada bereket” sözünü bilmeyenimiz yoktur. Bu sözü, özellikle işçi sınıfı açısından düşünecek olursak, tam da yerinde bir sözdür. Geçmişten mücadele deneyimleri olan ya da o dönemlere tanıklık eden aile büyüklerinin de bu söze katkıları vardır. Mesela; “eskiden evin bereketi vardı, şimdi paranın değeri, sofranın bereketi yok” diye.
Olmaz tabi, neden olsun ki! Eskiden işçiler sürekli bir dayanışma halinde olurlardı. Yeri geldiğinde işten atılan başka bir fabrikanın işçisine sahip çıkmak, yeri geldiğinde iş güvenliği önlemlerinin alınması için üretimden gelen güçlerini kullanıp harekete geçerlermiş. Harekete geçenler için dayanışma grevi yapıp, sınıf kardeşleri istedikleri hakkı alana kadar destek olur, üretimi durdurur işbaşı yapmazlarmış. Çünkü bilinirmiş ki ekmek davası için verilen dava hak alma davasıdır ve haklıdır. Gitgide hareketten artan bereketler saymakla bitmemiş; kreş hakkı, 8 ikramiye, sendika kurma-sendikalı olma hakkı, kıdem tazminatı hakkı, doğum izni, süt izni, evlilik yardımı, yıllık izin hakkı gibi saymakla bitmeyen işçi hakları. Yani uzun lafın kısası gerçek şu ki elimizde kalan hak kırıntılarının tümü, geçmişte işçilerin hareketi sonucu kazanılmış haklarıdır. İşçiler istemeden ve mücadele etmeden hangi hak durduk yere verildi ki? Yürüttüğü çetin mücadeleler sonucunda nice başarısı vardır Türkiye işçi sınıfının. Fakat mücadele geriledikçe ve mücadele alanları boş bırakıldıkça bugün işçi sınıfının kazanım hanesi ne yazık ki boş kalmıştır.
Günümüzde her fabrikada şikâyetler birbiri ardına sıralanmaktadır fakat işçi sınıfı doğru bir sınıf refleksi geliştiremiyor. İşçiler şikâyet ediyor ama geçmişteki işçi kuşaklarından örnek almak gibi bir düşünceye yönelmiyorlar. İşçiler sadece kaybedilen haklar karşısında şikâyet ediyorlar. “Eskisi gibi rahat geçinemiyoruz. Eskiden sekiz ikramiyemiz vardı artık asgari ücreti zor alıyoruz. Biz yine öyle böyle yaşadık, çocuğumun durumu daha kötü Allah sonlarını hayır etsin. Hastaneye gidiyoruz devlet hastanesinde bile katkı payı ödüyoruz. Kimse bir şey yapmıyor. İşsizlik ödeneğinin bir kısmı biz işçilere ödenmiyor, patronlara teşvik paketi olarak peşkeş çekiliyor” diyen işçilerin şikâyetleri uzadıkça uzuyor. Peki, sorunlar bunca ağırlığınca işçilerin önünde kangren gibi dururken, yalnızca şikâyet etmek yeterli olacak mıdır? İşçilerin dünyaları yalnız evlerinde yaşadıkları geçim sıkıntısı ve borçların ekseninde dönmektedir. Yaşanan sorunlara karşı tek başına şikâyet etmek, giden hakları geri getirecek mi, ya da işçilerin sorunlarını çözecek mi? Bugüne dek hiçbir mücadele tek başına şikâyet etmekle kazanılmamıştır.
Bu dünya öküzün boynuzunda değil, patronların plazalarında değil, işçilerin nasırlı ellerinde dönmektedir. Patronlar karşısında gücünü gösterememesi işçileri yakınma ve homurdanmaya itiyor. İçten içe rahatsız olan işçi kimseden bir şey olmayacağına inandırmak istiyor kendini. Örgütsüzlük karşısında kendini avutuyor ve kendi gücünü yok sayıyor. Oysa işçiler birleştiklerinde ve örgütlü hareket ettiğinde, sermaye sınıfı karşısında koca bir dev olduklarının farkına varacaklardır. Şikâyet etmek yerine mücadele etmenin doğru yol olduğunu göreceklerdir. İşçilerin içinden geçtiği kritik dönem şikâyet edip dövünmenin değil kenetlenip örgütlenerek mücadele etmenin dönemidir.