Birbirinden hiçbir farkı olmayan mahalleler, sokaklar, ardı arkası kesilmeyen gecekondu veya apartman daireleri ve onları bulutların üstünden izleyen “Büyük İnsanlar”.
Örgütsüz ve mücadeleden uzak işçiler, çalışmaktan ve uyumaktan arta kalan kısacık vakitlerini, her ne kadar düşünmek istemeseler de içinde oldukları duruma bakıp, bunu düşünmekle geçirirler. Karın tokluğuna çalışır. Kibrit kutusuna benzer evlerin içindeki milyonlarca insandan hiçbir farkı olmadığını bilir ve kendisini bir karınca kadar değersiz hisseder. Ve aynı işçiler, hep ağızları açık bir şekilde izledikleri zengin, “özel”, para içinde yüzen dizi karakterleri gibi olamadıkları için kendilerini suçlarlar. Bu durum işçileri “yaşadık ve başarısız olduk” psikolojisine sokarak hayata olan umutlarını ve inançlarını sömürür. Fakat bu, aslında burjuvazinin oluşturduğu koskoca bir yalandır! Bu yalan “kapitalizm”dir. İşçiyi karınca ya da köle yerine sokan işçinin kendisi değil burjuvazidir. Eğer hayatlarımızdan memnun değilsek, köle yerine koyuluyorsak, bu burjuvazinin ve ona sessiz kalanların suçudur! Bizler insanız ve yarınları korkuyla beklemek zorunda değiliz! Çünkü insan ömrünün göreceği yarınlar sayılıdır. Ve bizler güzel yarınlar hak ediyoruz. İşçiler bebeklerin ağlayarak can vermediği, insanların çıkar ilişkileri yüzünden katledilmediği, sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz bir dünya istiyorlarsa mücadele etmek zorundadırlar.
İşçi sınıfı olarak bilmeliyiz ki; lüks otomobillere binemeyip, zengin olamadığımız için kendimize kızmak yerine patronlar sınıfının haksızlığına “YETER” dediğimiz zaman bizim için her şey yeniden başlamış olacak.