Artık öyle bir dönemden geçiyoruz ki hayat biz işçi ve emekçilere yaşayabileceğimiz bir boşluk bile bırakmıyor. Bir boşluk bulup değerlendirdiğimizde de, neler yapabildiğimize biz bile şaşıyoruz. Kuşkusuz bunun için yeteneklerimizi geliştirip kullanabileceğimiz bir çatı ve içinde çalışan bilinçli işçilerin olması gerekiyor. Benim de oyuncularından biri olduğum “1 Mayıs Karanfilleri” adlı oyun, bu açıdan eşsiz bir örnek oluşturuyor.
Aslında kısa bir zamanda böylesi kapsamlı bir oyunu ortaya koyabilmek için özveriyle çalışmamız gerektiğini en başından beri biliyorduk. Bir yandan oyuna hazırlanıyor bir yandan da dekorları, kostümleri vs. yetiştirmeye çalışıyorduk. Başlangıçta çok zor görünüyordu ama kolektif çalışmanın verdiği dayanışma ile bunların aşılamayacak şeyler olmadığını gördük. Ve bunu yapanlar vardiyasından çıkıp provalara gelen ya da provalardan çıkıp vardiyasına gidecek olan işçilerdi.
Unutulması imkânsız olan bir emek söz konusuydu. Çünkü en basit teknik işlerden tutun da en kapsamlı konulara kadar her detay düşünülmüştü ve bu da ortada ne kadar ciddi bir organizasyon olduğunu gösteriyordu. Evet, bu tiyatroda yazan, oynayan herkes işçiydi ve herkesin amacı da ortaktı. Hedefimiz sınıf mücadelesine hizmet edecek bir işçi tiyatrosu oluşturabilmekti. Bu yüzden de derneğimiz bünyesindeki arkadaşlarımızla ve can başla, tablosundan tutun da marangoz işlerine, kaynak işlerine, teknik işleri yetiştirmek için çalışmaya başladık.
Oyunumuzun konusunu, Amerikan işçilerinin 1886 yılında verdikleri 8 saatlik işgünü mücadelesi oluşturuyordu. O dönemde, vahşi kapitalizm koşulları altında çocuk işçiler kaburgaları çıkarcasına çalıştırılıyor, işçiler uzun saatler boyu çalıştırıldıkları halde insanca yaşayacak imkânlardan mahrum bırakılıyordu. İşçiler de bunun üzerine, “8 saat iş, 8 saat uyku, 8 saat canın ne isterse” talebiyle mücadeleye atılmışlardı. Oyunu oynarken adeta o dönemi yaşadık bizler de. İşçilerin önüne nasıl engeller çıkarıldığını gördük. Bunların nasıl aşılacağını öğrendik. Ancak ne istediğini bilen ve mücadeleyi örgütlü yürüten bir işçi sınıfı kazanabilirdi. Amerikalı işçilerin bu mücadeleyi verirken neler yaşadığını, hangi fedakârlıklara katlandıklarını, geceli gündüzlü nasıl kavga verdiklerini, yüreğimin derinliklerinde hissettim. O dönemde söylenen “8 Saat Şarkısı”nın sözleri, bu duyguyu çok iyi yansıtıyordu:
Çok çalışmaktan yorulduk
Yaşamaya ancak yetecek kadar para
Düşünceye zaman yok.
Güneş ışığını hissetmek istiyoruz
Çiçekleri koklamak istiyoruz
Ve 8 saati alacağız
Doklardan, dükkân ve fabrikalardan
Güçlerimizi bir araya getirdik:
8 saat çalışma,
8 saat dinlenme,
8 saat uyku,
Bunu başaracağız!