Gözler kupkuru, yaş yok gözlerde bir damla
Oturmuşlar tezgâhları başına diş bilerler
Dokuruz kefenini senin hey Almanya Almanya
Dokuruz sana bir yuf bir yuf daha bir yuf daha
Dokuruz ha dokuruz dokuruz ha dokuruz dokuruz ha
1840’lı yıllarda Almanya’da sanayi yeni gelişmekteydi. Sanayi bölgelerinin önemli bir kenti de Silezya’ydı. Silezya’daki tekstil fabrikalarında 20 farklı ulustan kadın, erkek, çocuk 40 bin işçi çalışıyordu. Gözünü kâr hırsı bürümüş Alman burjuvazisi dokuma işçilerini korkunç koşullara mahkûm ediyordu. Öyle bir sömürü vardı ki, küçücük çocuklar bu fabrikalarda acımasızca çalıştırılıyorlardı. Oyun çağındaki bu çocukların bedenleri çalışma temposuna dayanamıyor ve çocuklar kısa zamanda ölüyorlardı. Patronlar, hatalı işlerin parasını işçilerden kesiyor, ücretleri düşük tutuyor, geç veriyorlardı. Gün doğumundan gün batımına kadar çalışan, gözlerinin nurunu güzel ve pahalı kumaşlara akıtan dokuma işçileri, üzerlerine giyecek kıyafet bile alamıyorlardı. İşçiler, ev denilemeyecek kadar izbe, rutubetli, güneş görmeyen, kokudan durulmayan barınaklarda yaşamaya mahkûm edilmişlerdi. Silezyalı işçiler yiyecek ekmek bulamıyor, kokmuş at eti yemek zorunda bırakılıyorlardı.
İşçilerin ücretlerini ödemeyen bir tekstil patronu, açlık nedeniyle ayaklanan işçilere çim yemelerini öneriyordu. Dayatılan bu koşullar işçilerin görünmez olan düşmanlarını görmelerini sağlıyor, patronlara ve krallara öfke duymalarına neden oluyordu. Silezyalı dokuma işçileri bilinçleniyor, içinde bulundukları koşulların nedenini anlamaya başlıyorlardı. Yaşadıkları kader değildi. Suçlu patronlar sınıfıydı ve patronlar sınıfının sömürü düzeni yıkılmalıydı. Silezyalı işçiler ayaklandılar. Heinrich Heine şiirleriyle işçi sınıfını anlatan bir şairdi ve yoksul dokuma işçilerinin sömürüye karşı mücadelesinden çok etkilenmişti. İşçilerin öfkesini ve mücadelesini mısralara döktü.
Dokuruz ha dokuruz senin sonunu dokuruz gece gündüz
İnleyen tezgâhlarda mekiklerimiz savrula savrula
Sana kefen dokuruz ey koca Almanya sana kefen dokuruz!
Dokuruz sana bir yuf bir yuf daha bir yuf daha!
1844 yılında hakları için, insanca bir yaşam için ayağa kalkan Silezyalı dokumacılar, işçilerin gücünü patronlara göstermişlerdi. İşçilerin bu mücadelesi karşısında korkuya kapılan patronların imdadına Kral yetişmişti. Kral, askeri birlikler göndererek, üzerlerine ateş açtırarak işçilerin mücadelesini bastırmaya çalıştı. Bu durum karşısında, o güne kadar ülkelerinin kralına güvenen, boyun eğen işçiler gitmiş, yerine gerçekleri gören ve hakkını arayan işçiler gelmişti.
Yuf o krala, zenginlerin adamına
Halkın yoksulluğuna hiç aldırmayan o krala
Bir de soyar bizi varana dek son kuruşumuza
Kurşunlatır köpekler gibi sokak ortasında bizi
Dokuruz ha dokuruz dokuruz ha dokuruz dokuruz ha!
Silezyalı dokumacıların bu başkaldırısı, Almanya’da sonraki yıllarda başlayacak olan işçi mücadeleleri için bir kıvılcım olmuştu. İşçi sınıfı sadece Almanya’da değil dünyanın birçok ülkesinde zalimlere karşı ayağa kalkmış ve örgütlü gücünü göstermiştir.
Bugünün işçileri olan bizler de karanlık bir süreçten geçmekteyiz. Bu nedenle geçmişin işçi kuşaklarının mücadelesi bizlere umut veriyor. Bizler de koşullar ne kadar zor olursa olsun, karamsarlığa düşmeden patronlar sınıfına karşı mücadele ilmeklerini sabırla dokumaya devam edelim. Şunu unutmayalım ki gün gelecek; dünya işçi sınıfı, sömürenlerin sonunu, örgütlü gücüyle dokuyacaktır!