
İnsanlık var olduğundan beri insanlar hep daha güzel günlerin, daha iyi bir yaşamın hayallerini kurmuşlardır. Çünkü hayal kurmak yaşamın kendisidir, umut etmektir geleceğe dair. Toplumlar sınıflara bölündüğü zamanlardan beri, ezilen ve sömürülenler her daim sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız, insanın insana kulluk etmediği, eşitliğin, özgürlüğün, barışın, mutluluğun hâkim olduğu bir gelecek hayalini kurmuşlardır. Ve böylesi bir yeryüzü cenneti hayal edenler bu özlemleri, umutları doğrultusunda mücadele etmişlerdir, ediyoruz.
Bugün işçilerin sömürüsüne dayanan kapitalist düzende, egemenler kıran kırana rekabet ediyor, savaşlar çıkartıyor; bu savaşlarda kadın ve çocuklar dâhil her gün yüzlerce insan katlediliyor. Bir yanda açlığın, sefaletin, öte yanda muazzam bir zenginliğin var olduğu; adaletten, eşitlikten bahsedemediğimiz bir düzende yaşıyoruz. Üstelik bu kahır yüklü düzende her geçen gün acı çekenlerin ve gözyaşı dökenlerin sayısı artıyor. Ancak tüm bu olumsuz koşulların içerisinde anneler, babalar, çocuklar, gençler yani yediden yetmişe herkes iyi bir yaşam ve gelecek hayaliyle yaşıyor. Vicdanlı, namuslu, insani değerlerini kaybetmemiş insanlar bu hayalleri sadece kendileri için kurmazlar. Aynı zamanda gözü yaşlı tüm çocukları kendi çocukları gibi hissederek, tüm insanlığın sorunlarını kendi sorunları görerek, bu sorunların çözüldüğü günlerin hayalini kurarlar.
Ne var ki bugün kapitalist sömürü düzeninde tüm insanlığın sorunlarını kendine dert etmek, insan olmanın gereği olarak toplumsal düşünmek; acının, gözyaşının olmadığı, karabulutların dağıtılıp güneşli günlerin geldiği bir dünya hayali “boş, imkânsız, deli saçması” hayaller olarak sunuluyor. Sınıfsız toplum hayalini karalamak için iktidar sahipleri medyayı kullanıyor, emekçilerin bilincini bulandırıyorlar. Toplumsal düşünce, yardımlaşma, dayanışma gibi insani değerler “enayilik” olarak addediliyor. Ama insanların kendi paçasını kurtarma derdine düşmeleri ve her şeyin merkezine kendilerini koymaları yüceltiliyor. Buna göre hayallerin merkezinde de sadece “ben” olmalıdır. Sömürücü düzenin efendilerine göre, çok çalışan ve azmeden herkes zengin olabilir. Yani gerçekleşmesi belki milyonda bir olabilecek ya da hiçbir şekilde olmayacak hayallerle insanların oyalanması isteniyor. Gerçekler tam anlamıyla baş aşağı çevriliyor: Gerçekleşmesi mümkün olan hayaller imkânsız, aslında imkânsız olan bireysel kurtuluş hayalleri ise en katı gerçekler olarak sunuluyor. Çarpıtılan gerçekler, her gün yeniden ve yeniden haberlerden, reklamlara kadar her türlü araç kullanılarak topluma pompalanıyor.
Son dönemde TV’lerden bilbordlara varıncaya kadar gözümüze sokulan Türk Telekom’un “Sen yeter ki hayal et” reklamı bu açıdan çarpıcı. Topluma “bakın siz de başarabilirsiniz, çalışan zengin olur” yalanını enjekte etmek için, kendi alanında başarılı olan kimi insanlar özellikle öne çıkartılıyor. “İmkânsızı” başarmış kişilerin hikâyeleri üzerinden Türk Telekom, hem kendi reklamını yapıyor hem de emekçilerin bilincini bulandırıyor. Örneğin Mersin’de Torosların eteğinde bir dağ köyünde yaşamını sürdüren Ümmiye Teyze, ilkokula bile çok zor şartlarda gidebilmiş, azimle okumaya devam etmiş ve en sonunda köyündeki kadınların sorunlarını konu edinen bir tiyatro oyunu hazırlayıp sergilemeye karar vermiş ve bu hayalini de başarıyla gerçekleştirmiş. Ümmiye Teyzenin yaşam hikâyesinin üzerine atlayan Türk Telekom, dünyaca ünlü futbolcu Ronaldo’nun oynadığı, güya Ümmiye Teyzenin yönettiği bir reklam filmi hazırlatmış. “Sen yeter ki hayal et” spotuyla biten bu reklam filmiyle şu mesaj veriliyor: “Köy yerinde tiyatro yapmak, film çekmek de neymiş diyenlere inat hayal etti, Ronaldo’nun oynadığı bir reklam filmi bile çekti. Sen de kendin için imkânsız olarak gördüğün şeyleri hayal edersen başarabilirsin.”
Kişilerin hayal kurması önemlidir, gerek kendisi için gerekse tüm toplum için. Hayal kurmayan kişi ufkunu genişletemez, başka bir dünya kurulabileceğini de düşünemez. Lakin patronlar sınıfını ve kapitalist düzenin çıkarlarını temsil edenler, “ben, sen, o” diyerek hep tekil kişileri koyarlar hayallerinin merkezine. Bireysel ve bencilce hayaller yüceltilirken, sıra kişilerin daha geniş hayal kurmasına geldiğinde, meselâ sömürüsüz bir toplum hayali derhal imkânsız ilan ediliyor. Oysa bugünkü üretici güçler düzeyiyle sömürüsüz, savaşsız, çocukların açlıktan ölmediği, insanların özgürce yaşadığı bir dünya kurabiliriz. Bunun imkânları var. Yeter ki hayal edelim, yeter ki bunun uğruna mücadele edelim!