1 Mayıs miting alanındayız. Fabrikalardan kortejler de alana girmiş durumda. Hemen yakınımızda iki metal işçisi, arkadaşına heyecanla bir şeyler anlatan kadını dinliyorlar. “İşçiler olarak biz olup bitenleri çok anlamıyoruz. Bak emeklilik yasası geçtiğinde de böyle olmuştu. Ben babama bir türlü anlatamadım. ‘İktidardaki düzenbazlar çok ciddi. Bu hakkı elimizden alacaklar. Bizim karşı çıkmamız lazım’ dedim. Babam ‘olmaz öyle şey, yapamazlar. Yakında seçim olur, o seçimde kaldırırlar. Korkma sen!’ demişti. Bak ne oldu? Böyle giderse ölünceye kadar asgari ücrete talim çalışacağız. Bak şimdi kıdem tazminatlarımıza da göz diktiler. Bunu da kaptırmayalım” diyordu. İşçilerden biri “sence bu yasayı geçirirler mi abla, bu sendikalar bir şey yapmaz mı?” diye soruyor, soruyu soranın yanındaki arkadaş da “onlar geçirmeden biz kıdem tazminatlarımızı alırız o zaman” diyerek sorunu kendince çözüyordu.
Sohbetteki iki işçi arkadaşın tutumu, aslında binlerce işçi kardeşimizin beklentisini ve düşüncesini yansıtıyordu. Onlar da diğerleri gibi “birileri bunu durdursun” istiyordu. Kimileri sanki bankadan parasını çeker gibi ‘kıdem tazminatımı onlar fona geçirmeden alırım’ diye çözüm üretiyor. Ama ne yazık ki kazın ayağı öyle değil. O daha ne olduğunu bile anlamadan birikmiş kıdemi çoktan fonun yolunu tutmuş olacak. Bir tarafta sendikalı işçi kardeşlerimizin bir kısmı kıdem tazminatına yönelik saldırının ciddiyetini kavrayamazken, diğer tarafta hükümetin işçi kolu gibi çalışan Türk-İş gibi konfederasyonların başındakiler göstermelik “Kıdemime Dokunma” sloganları attırıyorlar. Daha mücadeleci ve kararlı bir tutum almak yerine attıkları sloganlarda bile işçileri edilgen, pasif, hükümetten, patronlardan medet umar hale getiriyorlar.
Oysaki başta sendikalı işçi kardeşlerimiz, kıdem tazminatını patronlara peşkeş çekecek olan bu fon uygulamasına karşı daha örgütlü, daha aktif ve güçlü bir tutum almak zorundalar. Sendikalar fabrikalarda işçilerini örgütleyip oralardan alanlara taşımıyorsa mücadele etmiyor demektir. Hele patronların çıkarlarını korumak ve onları kriz döneminde rahatlatmak amacıyla ona kıyak üstüne kıyak çekip bunun faturasını da işçilere kesen AKP hükümetinden insaf ummak, işçilerin çıkarlarını koruyacaklarını beklemek işçi kardeşlerimizin yapacağı en büyük yanlış olur. Bugün AKP’ye oy vermiş işçi kardeşlerimiz bile biliyor ki televizyonların, gazetelerin büyük çoğunluğu hükümetin ağzının içine bakıyor. O yüzden zehri bile verirken şerbet kâsesinde veriyorlar. Bugün kıdem tazminatının fona devri ile ilgili yazılan gazete yazılarında, televizyon haberlerinde, programlara çıkardıkları sendikacı ve avukat müsveddeleri de hep aynı yalanı allayıp pullamakla meşguller. Başka bilgi alabileceği güvenilir kapısı olmayan işçi de “canım koskoca avukat, yazar, hoca, profesör yalan mı söylüyor!” diye düşünüyor. Sendikalı işçi sayısı giderek azaldığı için de örgütlü mücadele olanakları da azalan işçiler, kıdem tazminatı gibi önemli bir hakkı elinden alınmaya çalışılırken nasıl mücadele edeceğini bilmiyor.
Kimi sendikalarda ise subaşlarını tutmuş hükümetin memuru haline gelmiş sendikacılar var. Onların bir kısmı “kıdemi 30 günden hesaplasınlar, karşı çıkmayalım” diyor. Bir kısmı göstermelik pasif sloganlarla işçilerin öfkesini pörsütmeye, onların gazını almaya çalışıyor. İşçi kime güvenip, kime inanacağını bilemiyor. Bu da onu beklemeci davranmaya itiyor. Başkalarından medet umuyor. Eylem yapmadan, mücadele etmeden, zarar görmeden bu süreç geçsin gitsin istiyor. Onun için birileri iyi şeyler yapsın diye pasif bir şekilde bekliyor. Bu durum değişmelidir. İşçi kardeşlerimizin büyük bir kısmı “kıdem tazminatı fonu”nun aslında hükümetin patronlara bir kıyağı olduğunu fark etmeye başlamıştır. Başta kıdem tazminatı olmak üzere bundan sonra arkası da gelecek olan saldırılara karşı gücünü fark etmesinin yolu daha fazla örgütlenmesinden geçiyor. İşçi sınıfı tabandan örgütlü bir şekilde sendikalara basınç bindirmezse hükümet bir şekilde sendikalarla kıdem tazminatının pazarlığını yapacak. İşçi sınıfının ancak eylemlikleri ile sendikalara ve hükümete bindireceği basınçla kıdem tazminatımızın gasp edilmesini önleyebilir.
Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: “Hocam çiftçi mi büyük, padişah mı?” Hoca cevap vermiş “çiftçi büyük elbette demiş ve eklemiş; çünkü çiftçi buğday yetiştirip vermezse padişah acından ölür.” Fabrikalarda alın teri döken, her alanda hayatın çarklarını döndüren işçileriz. Biz olmasak bu bir avuç asalak ve onların şakşakçıları “acından ölürler.” İşçinin gücü şalteri elinde tutuşundan gelir. Sınıfımızın mücadele tarihinde pek çok ders vardır. İşçi sınıfı örgütlü olduğunda bu gücü kullanmasını ve saldırıları geri püskürtmesini bilmiştir.
Kıdem tazminatımızı gasp ettirmeyelim!