
Tazminat kelimesi dilimize Arapçadan yerleşmiş. Anlamı ise zarar karşılığı ödenen para demektir. Kıdem tazminatı ise, işyerindeki kıdemi en az bir yıl olan işçinin işten çıkarıldığında ya da haklı bir nedene dayanarak işten ayrıldığında, işveren tarafından 4857 sayılı İş Kanunu gereği işçiye ödemek zorunda olduğu paradır. İşçinin yıllar içerisinde çalıştığı işten kaynaklanan her türlü zorluğun yarattığı yıpranmanın, hasarın, zararın bir nevi telafisi niteliğindedir. Çalıştığım işyerinde bir abinin tabiriyle söylemek gerekirse, kıdem tazminatı işçinin alın teridir, yani helaldir.
İşçi sınıfının baskılarla sindirilmeye çalışıldığı, grevlerin yasaklandığı, direnişlerin polis zoruyla bastırıldığı OHAL koşullarında, bazı işyerlerinde hâlâ grev ve direnişler patlak veriyor. BES diye tabir ettikleri yasal tefecilik sistemleri işçiler nezdinde ilgi görmeyince, iktidar uzun yıllardır patronlara sözünü verdiği kıdem tazminatı fonu için çalışmalarını hızlandırdı. Kıdem tazminatının fona devri öyle basite indirgenecek bir mevzu değildir. Bilakis son derece hayati önem arz eden bir konudur. Kıdem tazminatına sadece ekonomik bir anlam yüklemek yanlış olur. Kıdem tazminatı, işçi sınıfının zorlu mücadeleler sonunda elde ettiği önemli bir kazanımdır. Biz işçilerin bizden sonraki işçi kuşaklarına devretmesi gereken tarihsel miraslardan bir tanesidir. Şimdi bu kazanımı bizlerden gasp etmek isteyen hükümete ve patronlara şöyle dönüp bir bakalım.
Onlarca grevimizi yasaklayan, bizleri hakkımızı arıyoruz diye terörist ilan eden onlar değil mi?
İş kazalarında sorumsuzca yükü işçiye atan, utanmadan kader fıtrat diyen onlar değil mi?
İşsizlik fonu adı altında bizlerden para sızdırıp patronlara peşkeş çeken onların ta kendileri değil mi?
Artan işsizliğin, taşeron belasının, yoksulluğun sorumlusu onlar değil mi?
O halde kıdem tazminatımızı, alın terimizi doymak bilmeyen haramilere yedirmemek için örgütlenelim. Kıdem tazminatımızı gasp ettirmeyelim!