
Gece vardiyasında, üretimin ortasına evden getirdiğimiz yiyeceklerle güzel bir sahur sofrası kurduk. Bir yandan yemeğimizi yerken, bir yandan da Ahmet Abinin anlattığı hikâyeyi dinlemeye koyulduk. Ahmet Abinin babasının bir tarlası varmış. Tarlaya kabak eker, mahsulü satıp kazandığı parayla da bütün yıl evini geçindirirmiş. Yine bir sene ekmiş kabağı, kabaklar bir güzelim boy vermiş. Adamcağız sevinmiş tabi, onca emek vermiş. Bir sabah kalkmış ki, o güzelim kabaklardan eser yok. Lime lime etmiş domuzlar adamcağızın tarlasını, emeğine el koymuşlar. Adam ah etmiş, vah etmiş ama ah ile vah ile bu işin çözülemeyeceğini anlamış. Başka bir yol bulmak gerektiğini düşünüp, “tarlayı ektim deyip, yan gelip yatmak yok. Mademki domuzlar emeğime el koymaya başladı, o zaman ben de emeğime sahip çıkacağım. Gündüz uyuyup, gece sabaha kadar nöbet tutacağım. O domuzlar bir gelsin de görsün bakalım” demiş. Domuzlar tarlada bekçiyi görünce bir daha aynı talana cesaret edememişler.
Bu hikâye hepimizin önüne kendi gerçeklerimizi serdi. Emeğiyle gece gündüz demeden çalışan bizleriz. Emeğimize el koyanlarsa patronlar ve onların hizmetindeki hükümet. Onlar haklarımızı lime lime etmek için, anamızın ak sütü gibi helal olan kıdem tazminatımızı elimizden almak için domuz topu gibi birleşiyorlar. Gözlerimizin içine baka baka yalanlarla bizleri kandırmaya çalışıyorlar. Ama nasıl Ahmet Abinin babası, mahsulüne sahip çıkmak için gece gündüz demeden bekçilik etmiş. Bizler de emeğimize el koymaya çalışan, haklarımıza saldıran domuzlara fırsat vermeyelim. Kıdem tazminatımıza sahip çıkalım! Haklarımızın bekçisi olalım!