
22 Haziranda, Peru’nun başkenti Lima’da, bir flüoresan fabrikasının işçilerinin barındığı konteynırlarda yangın çıktı. Etrafta bulunan sentetik maddeler, tekstil ürünleri ve boyalar yangının kısa sürede 20 konteynıra yayılmasına neden oldu. 250 itfaiyeci yangını büyük güçlükle söndürdü. Yangından sonra ortaya çıkan gerçekler kapitalizmin ve onun efendileri olan patronların acımasızlığını ortaya koydu.
Konteynırda kalan 4 genç işçi yanarak can verdi. Ölen işçilerin ikisinin konteynırda kilitli oldukları için alevlerden kaçamadığı anlaşıldı. İşçiler patronlarının kim olduğunu bilmiyorlar, onu sadece “Gringo” olarak tanıyorlar. Kaçak çalıştırılan işçilerin denetimlerde yakalanmaması ve kaçmaması için patronların işçileri kilitlemesi ilk değil. Bu işçiler adeta köle olarak çalıştırılıyorlar. Sabah saat 7-8 gibi işbaşı yaparak yarım saatlik yemek molası dışında hiç mola vermeden akşam en az 18.30’a kadar çalışıyorlar. Bunun karşılığında aldıkları ücretse saat başına 1 dolardan bile daha az.
Ölen genç işçilerden birinin annesi yangından önce oğlunun onu telefonla aradığını ve şartlar nedeniyle yaşadığı zorlukları anlattığını ifade ediyor. Aileler, gencecik yaşta oğullarının canını alan patronlara tepki gösterirken, Peru Devlet Başkanı olayda hiçbir sorumluluğu yokmuş, Peru’da işçilerin hangi koşullarda çalıştırıldığını bilmezmiş gibi “bu zalimliktir, bu işçileri köle yerine koymaktır” diyebiliyor. Daha önce yaşanan işçi katliamlarını unutturmaya çalışıyor.
Türkiye, İran, Kolombiya, Çin, Peru… Kapitalizmde işçi katliamlarının sonu gelmiyor. İşçi sınıfının örgütlenerek kapitalizmi yıkma zorunluluğu tarihsel bir gerçek olarak daha belirgin hale geliyor. Çünkü kapitalizm ayakta kalmak için direndikçe insanlığı ve doğayı yok ediyor.