Biz işçiler günün büyük bir kısmını sürekli çalışarak geçiriyoruz. Yoğun bir tempoyla makinelerin hızına yetişmeye çalışıyoruz. Çalış çalış, aylar yıllar geçiyor. Sanki fabrikayla kesmişler göbek bağımızı. Teknoloji gelişiyor, makineler gün geçtikçe daha da hızlı ve verimli üretim yapıyor. Makineler gelişip işyerlerinde üretimin kapasitesi ve patronların kârı artarken biz işçi sınıfı ise yerimizde sayıyoruz. Hatta bıraktık yerimizde saymayı günden güne daha kötü koşullarda çalıştırılıyoruz. Ücretimiz ve yaşam koşullarımız burjuvaların kârı ile ters orantılı bir şekilde sürekli inişte.
Bütün gün makine ile yarışarak çalışıyoruz. Öyle anlar oluyor ki yoğunluktan su içmeye bile gidemiyoruz. Çünkü makine hiç durmadan çalışıyor, insan da değil ki o da su içmeye, tuvalete gitse de nefes alsak. Geçen gün pazara gittim. Soğan tezgâhına yanaştım. Soğanlar da iyi görünüyor, şuradan biraz soğan alayım, dedim. Başladım soğanları seçip poşete atmaya. Bir de baktım ne göreyim, ben soğanları poşete koydukça içimden bir yandan da sayıyorum, “dört, beş, altı”. Poşete koydukça farkında olmadan bir yandan da sayıyorum. “Hay Allah ne sayıyorum ki?” dedim kendi kendime. Sonra soğanı da alıp pazar alışverişimi bitirdim. Ama pazarda iyi salatalık kalmamıştı. Baktım marketin önünde salatalık var. İçimden de söyleniyorum “uyanıklar bu gün pazar var ya, nasıl da düzgün sebzeleri koymuşlar tezgâha.” Normalde markete gittiğinde iyi ya da kötü ne varsa şansına artık. Aldım elime poşeti başladım salatalıkları seçip poşete atmaya. “Üç, dört, beş, altı” birden durakladım, öylece kaldım. Allah’ım kafayı yiyeceğim, gene saymaya başlamışım. İçimden “ya ben ne yapıyorum, bir kilo salatalık alacağım şunun şurasında, kafayı mı yedim? Her şeyi saymaya başladım artık” diye kendi kendime söyleniyorum.
“Neden” diyeceksiniz. İşyerinde makineden çıkan ürünleri sayarak lastikliyoruz. Ürünleri bazen onlu, bazen de beşli şekilde toplayıp lastikliyoruz. 10 bin, 20 bin, 30 bin derken bütün gün binlerce ürün toplamış oluyoruz. Ve artık ürünleri saya saya ben farkına varmadan elime aldığım şeyleri sürekli sayar olmuşum. İlk işe başladığım günler, makineye yetişme telaşı ile uykumda sürekli ürünleri sayıyordum. Gece yatağa girdiğimde farkında olmadan uyku ile uyanıklık arasında sürekli sayı sayıyordum. Millet koyunları sayar, ben ürün sayıyordum.
İşyerinde pazarda başıma gelen bu olayı arkadaşlara anlattım. Arkadaşlar başladılar gülmeye. Bir kadın arkadaş da başladı anlatmaya. Bir gün işyerinden kadınlarla toplanıp gezmeye gitmişler. Oturmuşlar bir yere, sohbet-muhabbet derken kalkma saati gelmiş. Tam ayağa kalkarken kadın arkadaşlardan biri “eyvahhh!” diye yerinden sıçramış. Herkes korku ve telaş içinde ne oldu diye kadına bakıyor. Kadın arkadaş ayağını yerden kaldırmış, ayağının altında fındıkkabukları var. Ayağa kalkerken yerdeki fındıkkabuklarını ezmiş. Kabukların ezilirken çıkardığı sesle de yerinden sıçramış. Herkes panikle ne oldu deyince, “ampullere bastım, serileri kırıldı sandım” demiş, tabi millet de gülmekten kırılmış. İşyerinde çalışırken ürünler yerlere düşüyor. Düşen ürünü fark etmeyip üstüne bastığımızda da paramparça oluyor. Ürün bitiminde de sayıda eksiklik olunca işçiler bir dünya uğraşıyor. Ve buna benzer başka yerlerde çalışan arkadaşlarının, eşinin yaşadığı birçok hikâye anlattı. Bir yandan güldük halimize, bir yandan da düşündük ne haldeyiz diye.
Bu yaşadıklarımızı düşününce insan bir kez daha anlıyor: Bu düzen bizim dengemizi bozuyor. Yoğun ve tempolu çalışma nedeniyle artık günlük hayatımızda normal bireyler olarak kalamıyoruz. Yıllarca sürekli yoğun bir tempoya ve basınca maruz kalmaktan davranış şekillerimiz, sağlığımız, yeri geliyor psikolojimiz bozuluyor. Farkına varmadan bazen parça parça, bazen de çok hızlı bir şekilde bu düzen bizim dengemizi bozuyor. Bu sistem adeta bir makinenin ayarını bozar gibi bizim ruh ve beden sağlığımızın bütünsellik içinde kalmasını önlüyor, ayarlarımızı bozuyor. Geçim derdi, kendine zaman ayıramama, hiçbir şeyden yeterince doyum alamadan yaşamak. Keyif alarak, mutlu ve huzurlu bir yaşamdan mahrum kalmak. Güvensizlik, gelecek kaygısı. Tüm bunların sonucunda ise insanların dengesi bozulup altüst oluyor. Kapitalizm biz işçilerin tüm ayarlarını bozuyor. Bu nedenle bir kez daha anladım ki, sağlıklı bireyler olarak yaşamak istiyorsak biz işçiler kapitalizmi tüm dengesizlikleri ile birlikte yeryüzünden silip atmalıyız.