
Fabrikada Ahmet abinin emekli olduğunu duyunca yanına gidip vedalaşmak istedik. Ahmet abi canı sıkkın, üzüntülü bir şekilde arkadaşlarının elini sıkıyordu. “Hayırdır abi, yıllarını verdiğin fabrikadan ayrılmak zor mu geldi?” diye sorunca, abimizin kederinin nedeni ortaya çıktı.
Ahmet abi, “ömrümün 20 yılını burada çalışarak geçirdim. 20 yıllık işçilik hayatımın son 5 yılında sendikalı çalışmak nasip oldu. Yılların emeğinin karşılığı 1080 lira emekli maaşıymış. İster geçin ister geçinme, kimin umurunda. 54 bin lira tazminat aldım. Eskiler ‘kıdem tazminatımla bir ev alırım, çoluğum çocuğum rahat eder’ diye anlatırdı. Ben şimdi bu 54 bin lira ile bir evin odasını alamam. Şimdi sen söyle, elime geçene nasıl sevineyim?” diye anlatıverdi. Ahmet abi ömrünü fabrikalarda, tezgâh başlarında çalışarak geçirmiş, günü gelip emekli olduğunda da üç kuruşa mahkûm edilmiş milyonlarca işçiden sadece biri.
Gecesini gündüzüne katarak çalışan, tüm zenginliği emeğiyle var eden işçilerin, hükümetin ve patronların gözünde bir değeri yoktur. Ömrü boyunca çalıştığı için yıpranmış, yaşlanmış işçilerin kalan günlerini nasıl yaşayacağı, nasıl geçineceği patronların ya da devletin zerre kadar umurunda değildir. Çünkü patronlar, işçileri posası çıkana kadar çalıştırmakla yetinmez, ölene kadar çalışmaya mahkûm eder. Tam da bu nedenle dünya işçi sınıfı, zorlu mücadeleler vererek emeklilik hakkını elde etmiş ve yasalaştırmıştır. Ancak işçi sınıfının örgütsüzlüğünden faydalanan sermaye sınıfı, emeklilik yaşını yükseltiyor, prim gün sayısını arttırıyor, emekli maaşlarını düşürüyor. Bu nedenle, milyonlarca emekli, aldığı maaşla geçinemediği için çalışmak zorunda kalıyor. 2017’de iş arayan 45 yaş üstü işçilerin oranı yüzde 52 artmış durumda. Mücadelelerle kazanılmış haklarımıza sahip çıkmazsak, “çalıştığın sürece yaşa” diyen patronlara mahkûm oluruz. Ücretlerin yükseltilmesi, çalışma şartlarının iyileştirilmesi, emeklilik yaşının düşürülmesi için birleşmeli ve mücadele etmeliyiz.