
Dolmuşa bindim, boş bulduğum koltuğa oturdum. Şöyle bir etrafa bakarken, yanımda ki genç delikanlının iştahla dondurma yemesi çarptı gözüme. Elindeki mendil poşetini arkasına saklamış, keyifle dondurmasını yemeye devam etti. Sıcaktan eriyen dondurması ellerine bulaşınca çantamdaki mendili çıkarıp ellerini sildim ve sohbetimiz başladı.
-Adın ne?
-Musa.
-Kaç yaşındasın?
-11.
-Mendil kaç para?
-Ne verirsen, kiminin parası kiminin duası, o da lazım abla.
-Dondurma güzel mi?
-Çok güzel, böğürtlenli.
-Poşetini neden arkana sakladın?
-İnsanlar rahatsız olmasın diye.
-Rahatsız mı oluyorlar?
-Evet, bazen kızıyorlar bağırıyorlar; Suriyeli olduğumuz için rahatsız oluyorlar bizden.
-Ne zaman geldiniz buraya?
-6 yaşındaydım geldiğimizde.
-Savaşı gördün mü peki?
-Çok değil, küçüktüm o zamanlar. Babam savaştan bizi kaçırıp buraya getirdi. Önce kampta kaldık. Ama kamplar zindan gibi. Dışarı çıkmak yasak, sürekli başında nöbetçiler var. Eğer kaçarsan sınır dışı ediliyorsun. O zaman da bir daha içeri giremiyorsun. Kamptakilere yardım yapıyorlar ama bizim gibi dışarıda kalanlara yardım yapmıyorlar. Bazen kirayı bile ödeyemiyoruz. Su neyse de elektrik çok pahalı abla. Eğer seneye savaş biterse Suriye’ye geri döneceğiz. Savaş kötü bir şey, ama bizim günahımız neydi bilmiyorum. Kötü olan kim bilmiyorum, ama savaşın bitmesini istiyorum. Buralar bize hapishane gibi.
-Hiç hayalin var mı? Ne yapacaksın büyüyünce?
-Büyüyene kadar yaşayacak mıyım bilmiyorum ki. Ama bir tek küçükken bisiklete binmiştim çok güzeldi. Para biriktirip bisiklet almak istiyorum.
-Biriktiriyor musun paranı?
-Yok, anneme veriyorum. Aslında çok kızıyor geç saate kadar mendil satmama ama onlara yük olmak istemiyorum.
Dolmuşun önüne küçük bir kedi çıktı ve şoför ani fren yaptı. Musa’yı kolundan tuttum ama yine de hafiften arabanın camına çarptı. Endişelendim sert çarpmış olmasından, telaşlandığımı anladı sakince konuştu.
-Merak etme abla, bana bir şey olsa da sorun olmaz, küçük kediye bir şey olmasın o daha çok küçük.
Oysa kendisi de küçücük ama acılarla olgunlaşmış küçük yüreği. Musa yavru bir kediye bile kıyamazken, Suriye’deki paylaşım savaşında yüzlerce insanı öldürdüler, çocuklara kıydılar. Peki neden? Musa’nın şanssızlığı Suriyeli olması mıydı ya da biz Türkiye’de olduğumuz için çok mu şanslıyız?
Ne şanslıyız ne de şanssız. Musa’nın hayallerini çalan da, bizleri Suriyelilere karşı düşmanlaştırmaya çalışan da içinde yaşadığımız kapitalist sömürü sistemidir. Savaşları çıkaran yoksul emekçi halklar değil fakat savaşın bedelini ödeyen bizleriz. İşte bu yüzden savaştan kaçıp mülteci olan yoksul emekçilere, onların çocuklarına değil, bu haksız savaşları çıkaranlara öfkelenmeliyiz. Suriyeli işçi kardeşlerimizle aynı fabrikalarda, dizginsiz bir şekilde hep birlikte sömürülüyorsak birbirimizden ne farkımız olabilir ki? Bu çarkı bozuk düzeni yıkıp, yerine savaşsız sömürüsüz yaşanılası bir dünyayı kuracak olan, bütün dünya işçilerinin birleşen elleri olacaktır. Asıl düşman kapitalist sömürü sistemidir.