
Geçenlerde işyerinde baktım bir işçinin suratı beş karış. İşçi, küçük bir bölümün sorumlusu. İçimden dedim ki “demek ki kesin çok olumsuz bir durum var”. Bu işçi resmen işverenin mülksüz ortağına dönüşmüş durumda. İşverenle içli dışlı olmuş, olup bitenleri içeri taşır, işçilerin yeterince disiplinli olmadığından dert yanar, daha fazla yetkisi olsa birçoğunu kapı dışarı edeceğinden dem vurur. Tam 35 yılını vermiş bu işyerine. Dile kolay tam 35 yıl, askerde olsa omuzları apoletle dolardı. Bu usta işyerine toz kondurmaz, bir eksiklikten bahsetsen daha kötü yerleri örnek gösterir, işçilerin nankör, iş beğenmez olduğunu anlatır durur. Birçoğumuzun işyerinde mutlaka bu türden modeller vardır.
Konuya gelecek olursak, “hayırdır ne oldu?” diye sordum. “Yoruldum, çok yoruldum, 35 yıldır ilk kez yorulduğumu hissettim” dedi. Ben de “hayırdır, birileri kaytarıyor mu yoksa?” dedim. “Yok, doğruyu onlar yapmış, bak ömrümü verdim ben buraya, bir işi zamanında yapamadım ve amir gelip yapamıyorsan ne duruyorsun burada” dedi. Ben de şöyle dedim; “deseydin ya nereye gideceğim, ben buraya 35 yılımı verdim diye!” “Dedim ama o da bana ‘bedava mı çalıştın? Maaş aldın’ dedi. Meğerse hepsi boşmuş.”
Hazır elime fırsat geçmişken “e, hayat adama öğretiyor demek ki” dedim. Artık yaşadıklarından ne kadar ders çıkarır, huylu huyundan vazgeçer mi bilmem ama bu bizim hayatımızın gerçeği. Biz işçiler, ister çok çalışalım, ister üstlerimize yaranmak için bin takla atalım, onlar için kimse alternatifsiz, vazgeçilmez değil, hoşlarına gitmeyen bir şey yap, ilk fırsatta basarlar tekmeyi.
O yüzden biz işçiler, kendi sınıfımızın çıkarlarının farkına varmalı, bulunduğumuz yeri bilince çıkarmalı, patronların çıkarlarına değil işçi sınıfının birliğine beraberliğine, kendi sınıfsal kurtuluşuna kafa yormalıyız. Biz işçiler alternatifsiz değiliz doğru ama bu sistem de alternatifsiz değil.