
Öyle bir düzende yaşıyoruz ki, bir yanda doymak nedir bilmeyen, bolluk içinde sefa süren patronlar sınıfı, diğer yanda sömürü düzeninin çarklarına sıkışarak can çekişen işçi sınıfı. Kapitalist düzen sınıf ayrımlarını net bir şekilde ortaya koyuyor. Peki, nasıl oluyor da emeğiyle geçinenler, kendilerini yoksulluğa mahkûm eden bu düzenin değişmesi gerektiğini kavrayamıyorlar?
Uzayan iş saatleri, düşük ücretler, artan vergiler, işsizlik, krizler, savaşlar… Kapitalist düzen işçi sınıfına acıdan, yoksulluktan, yoksunluktan, ölümlerden, zulümlerden ibaret bir yaşam sunuyor. Kendi gücüne güvenmeyen, sınıf olduğunun farkına varamayan işçi sınıfı, çözümü kurtarıcı liderlerde aramakta, düzen partilerinin arkasına yedeklenmekte, kendi paçasını kurtarmanın derdine düşmekte, kendi kabuğuna çekilmekte görüyor.
Kapitalizmin insanlığı uçuruma sürüklediği böylesi bir dönemde, bireysel kurtuluş için düzen yanlısı liderlerden medet ummak akıl tutulmasından başka bir şey olamaz. Sınıfının gücünün farkına varamayan işçiler çözümü kendilerinde görmez ve kendi güçlerine yabancılaşırlar. Kuşkusuz bu durumun kaynağında, sistemin çürümüşlüğü, medya ve burjuva partilerin yürüttüğü siyaset eliyle işçi sınıfının paramparça edilmesi var.
Bugün işçiler mavi yaka, beyaz yakadan tutalım da taraftarı olduğu takıma kadar bölünüp parçalanmış durumda. Aynı kaderi paylaştıkları sınıf kardeşleriyle rekabete giriyor, birbirlerine düşmanlık besler hale gelebiliyorlar. Yanındaki tezgâhta çalışan arkadaşı iş kazası geçirdiğinde, sayısını yetiştirmenin telaşını sürdürebiliyor. Çünkü sistem onları etraflarına karşı körleşmeye itiyor. Bu yüzden kimi zaman sabahtan akşama kadar birlikte ter akıttıkları arkadaşlarını şikâyet ediyorlar. Örgütsüzlük ve bilinçsizlikten dolayı korkuyor, yıllarca birlikte çalıştıkları arkadaşları işten atıldığında sesini çıkaramıyorlar. Sırf dilinden, dininden, ırkından dolayı birbirilerine düşman hale gelebiliyorlar. İşçileri bu hale getiren patronlar ve onların siyasi temsilcileridir. Patronlar, gerçeklerin farkına varmayalım, birbirimize kenetlenmeyelim, örgütlü gücümüze güvenip onların karşısına bir sınıf olarak çıkmayalım istiyorlar.
Oysa kendileri işçileri daha fazla sömürmek ve kârlarını arttırmak için düzenli bir şekilde toplantılar yapar, örgütlenir ve ortak kararlar alırlar. Hükümetlerden işçi sınıfını daha fazla sömürebilmek için yasaların çıkarılmasını isterler. İşçilerin ürettikleri üzerinden artan biçimde kâr eder, günden güne büyürler. Ama kâr oranları istedikleri düzeyde değilse, yüzlerce işçiyi işsiz bırakmakta hiçbir beis görmezler. “Aynı gemideyiz”, “biz bir aileyiz” derken, kaptan köşkünde keyiflerine bakarlar. İşçiler gece gündüz kürek çekerler. Sermaye için tüm kapılar sonuna kadar açılır ama söz konusu işçiler olunca bütçe hep yetersizdir.
İşte içinde yaşadığımız düzen böyle tuhaf, çarpık ve akıldışı bir sistem. Bu düzen ne bugünün genç işçilerine umut vaat ediyor, ne de geleceğin işçilerine. Milyonlarca insan yarı aç yarı tok yaşarken, yalnızca bir avuç asalak çalışmadan bütün zenginliğe el koyuyorsa, bu onların çok zeki olmasından değildir. İşçi sınıfının örgütsüz oluşundandır. Gerçek kurtuluşsa kendi ellerimizde, örgütlü gücümüzdedir.