
Bundan üç yıl önce, Türkiye tarihinin en büyük işçi katliamı yaşanmıştı. Manisa’nın Soma ilçesinde 301 madenci kardeşimiz göz göre göre ölüme gönderilmişti. Patronların kâr hırsı yine acı, gözyaşı ve ölüm getirmişti işçi evlerine. Bir kez daha acılı anaların, eşlerin feryatları yüreklerimizi dağlamıştı. Yoksul işçi çocuklarının “Baba, baba!” diye haykırışları, bir kıymık gibi belleğimizde duruyor. Yüreklerimiz acı ve öfkeyle doluyken, acılı ailelerin yerlerde tekmelenmesini izlemiştik. “Bunun yapısında, fıtratında bunlar var!” sözlerini de hepimiz hatırlıyoruz.
Aradan yıllar geçti. Ama hâlâ işçiler ölmeye devam ediyor. Başta madenler olmak üzere pek çok sektörden işçiler, neredeyse her gün iş cinayetlerinde yaşamını yitiriyor. İSİG Meclisi verilerine göre, AKP’nin iktidarda olduğu yıllar içinde en az bin 500 madenci iş cinayetlerinde can verdi. Açık ki işçilerin yaşamı, patronların ve hükümetin umurunda değil. Onların tek derdi kendi sermayeleridir. Bu nedenle işçiler sefalet koşullarında ölmeye mahkûm ediliyor. Patronlar ise zevkusefa içinde sermayelerini büyütüyorlar.
Ancak bunu yaparken tedbiri de elden bırakmıyorlar. Yaşanan bunca haksızlığa, adaletsizliğe; artan işçi ölümlerine karşı sesimizi çıkarmayalım diye çeşitli yollara başvuruyorlar. Mesela hayırsever pozları keserek bizi kandırmaya çalışıyorlar. Soma katliamında can veren 301 işçinin aileleri için yapılan “Soma 301 Evleri” bunun en somut örneğidir. 301 canın ölümüne sebep olanlar kendilerini aklamaya çalışıyorlar. Sus payı mahiyetindeki bu evler, aslında egemenlerin ne kadar ikiyüzlü olduğunu da kanıtlıyor. Bir tarafta güvenlik önlemlerini maliyet olarak gören patronlar ve onların arkasındaki hükümet var. Diğer tarafta ise yitip giden 301 can ve yerde duran kanları var! Bu kanlar yerde durduğu müddetçe sorulması gereken hesaplar var demektir. Bu hesabı ise birbirine kenetlenmiş örgütlü işçiler soracaktır.