
Ağırlaşmış gözlerimi açamıyorum. Yüzüm gözüm yapış yapış. Kulağımın dibinde konuşmalar, ayak sesleri. Üşümeye başlıyorum. Beton buz gibi soğuk. Ne olduğunu anlayamıyorum. Gözlerimi açmak istiyorum. Beni ürküten sokak lambasının loş ışığına alıştıktan sonra etrafımdaki kalabalığı fark ediyorum. Olanları anımsamak için gözlerimi yumuyor, düşünmeye çalışıyorum. Fakat kulağıma yapışan çınlama sesleri ile irkiliyorum. Önce sesin kaynağını anlayamıyorum. Sonra yorgun kollarımı karnıma götürüyorum. İşte şimdi sesin sahibini tanımaya başladım. Kulaklarım bu sese o kadar çok maruz kaldı ki, tanımamam mümkün değil. Bu ses midemin isyan sesi. Uzun süredir bir şey girmeyen midemin çığlığı.
Birden dış dünyayı fark ediyorum. Çevremdekiler;
- Ambulansı çağırdınız mı?
- N’olmuş? Uyuşturucu mu kullanmış? Eğer öyleyse bırakın ölsün.
- Bu uyuşturucu meselesine benzemiyor. Belli ki bir hastalığı var. Baksanıza kusmuş.
- Ambulansı çağırdık gelmek üzeredir.
Konuşmalar devam ederken arada biri yüzüme doğru eğilip “çok kötü görünüyor. Kusmuş her tarafına da bulaştırmış. İyi misin, duyuyor musun?”
Ve siren sesleri. İşte ambulans geldi. Kafamı ambulansın olduğu yöne çeviriyorum. Medet diyorum medet. Yatabileceğim bir yatak, sıcak bir yemek verirler belki. Kim bilir belki iş bile verirler. Düşük de olsa bir ihtimali olan bu hayallerde iken ben, ambulanstan inenler çevremdekileri soru yağmuruna tutuyor, “ne oldu, neyi var? Var mı tanıyan?”
“Uyuşturucu içmiş galiba doktor bey.”
“Hasta galiba epey kusmuş. Çok da çelimsiz gariban.”
Doktor olduğunu sandığım kişi yüzüme eğiliyor, “var mı tanıyanı?” Herkes birbirine bakıyor. Tabii ki de tanıyan yok doktor. Ben işsizlikle terbiye edilmeye çalışılan, sokakta yaşamaya mahkûm edilmiş çöp, kâğıt toplayıcısıyım demek istiyorum. Benim iyileşmem için sıcak bir çorba yeter demek istiyorum. Ama gücüm yok…