Günlük hayatta hepimiz belirli oranlarda strese maruz kalıyoruz. Stres bazı durumlarda tetikleyici ve olumlu bir rol oynarken (mesela bir işi yaparken odaklanmamızı sağlar) strese sürekli maruz kalınması halinde bu olumlu halden ne yazık ki bahsedemiyoruz. Strese sürekli maruz kalındığında beynimiz kalıcı olarak hasar alabilir, kalp damar tıkanıklığı yaşayabiliriz ya da gen diziliminin değişmesi gibi kalıtsal durumlar bile söz konusu olabilir.
Stres beynimizin Hipokampüs bölgesini ve Frontal Lob kısmını ilgilendiriyor. Beynimizin vücudumuzda salgılanan Steroid hormonuna karşılık vermediği durumlarda oluşan karamsarlık hali ve çıkışsızlık durumlarına biz stres diyoruz. Stresin bilimsel olarak tanımı bu şekilde yapılıyor. Ancak stresin insan hayatına etkileri ne yazık ki bu kadar basit değil ve tek cümle ile anlatılmıyor.
Günlük hayatta hepimiz belirli oranlarda strese maruz kalıyoruz. Stres bazı durumlarda tetikleyici ve olumlu bir rol oynarken (mesela bir işi yaparken odaklanmamızı sağlar) strese sürekli maruz kalınması halinde bu olumlu halden ne yazık ki bahsedemiyoruz. Strese sürekli maruz kalındığında beynimiz kalıcı olarak hasar alabilir, kalp damar tıkanıklığı yaşayabiliriz ya da gen diziliminin değişmesi gibi kalıtsal durumlar bile söz konusu olabilir. Sürekli stres altında yaşayan biri bir müddet sonra öğrenme güçlüğü çekebilir, davranışları bozulabilir. Peki, stres nereden çıkıyor? Bilim insanlarının maymunlar üzerinde yaptıkları araştırmalarda, maymunlar içerisinde güçlü ve sürünün lideri konumundaki maymunların beyinlerinde stresin etkilerine rastlanmamıştır. Fakat daha küçük ve güçsüz olan diğer maymunların beyinlerinde stresin yarattığı tahribat çok büyüktür. Güçsüz olan sürü üyelerinin hayatta kalma şansının az olmasından ve diğer güçlü lider maymunların bölgede güç sahibi olmalarından dolayı yaşamsal kaygının tetiklediği stres faktörü, bu maymunların beyinlerinde büyük tahribata sebep olmuştur. Peki, yaşadığımız koşullarda insanlar içerisinde yaşamsal kaygıların en çok olduğu kesimde kimler var?
İki sınıf temelinde örgütlenmiş olan kapitalist sistemde patronlar, üretim araçlarının sahibidir ve bu nedenle üretimi kontrol ederler; işçilerin ürettikleri ürünlere el koyarlar ve dolayısıyla bölüşüm de sınıfsal temel de gerçekleşir. Ancak patronlara göre işçi sınıfı ürettiği ürünler üzerinde hak sahibi değildir. Patronlar sınıfı bütün üretim araçlarını ellerinde tutarak yaşamsal kaygılarından sıyrılmıştır ama işçi sınıfı ürettiklerine el konulmasından ve hiçbir üretim aracı üzerinde söz hakkına sahip olmayışından dolayı yaşamsal kaygıyı taşıyan sınıf olmuştur. Üretim araçlarına sahip patronlar sınıfı, dünya kaynaklarının nasıl kullanılacağına, neyin nerede üretileceğine, yaşamak için neyin gerekli neyin gereksiz olduğuna kısacası dünyanın nasıl döneceğine karar verme hakkını kendinde görür. Bunu yaparken de işçi sınıfının yaşam koşullarını da belirlemiş olur. İşçilerin sabah kaçta kalkacağından tutun da akla gelebilecek her bir koşul, kapitalist üretimin dayattığı yaşam koşullarıdır. Bu cendere içerisinde kıt kanaat yaşamaya çalışan işçi sınıfı ise strese en çok maruz kalan sınıf olur.
Yarın iş kazası geçirme kaygısı, işten atılma kaygısı, sömürü koşullarında fazla mesailer, gece mesaileri, sosyal aktivitelerden uzak kalma, kira ve diğer giderlerin karşılanması vb. gibi durumlar işçilerin başından bir an olsun eksik olmaz ve onları sürekli bir stres altında bırakır. Bunun sonucu olarak da pek çok işçi, daha kırk beşinde iken kalp ve damar hastalıkları yaşar. Yüzlerce işçi işyerlerinde maruz kaldığı sakatlıklarla hayatına devam etmek zorunda kalır. Kimisi davranış bozukluğu yaşar, hayatını planlayamaz, öğrenme güçlüğü çeker. Sağlığımızı büyük ölçüde etkileyen stres faktörünü yaratan kaygılar kapitalist sistemin ürünüdür. Zaten ağır çalışma ve yaşam koşulları altında ezilen işçilerin kendilerine ayıracak zaman bulamaması ve stres altında geçirdiğimiz bir ömür sağlığımızın günden güne daha çok zarar görmesine sebep olur.
Stres ile baş etme yollarından en etkilisi spor yapmak ve kendimize zaman ayırmaktır. Bunun adı psikolojide eylemsel birlik olarak da geçer. Ancak fazla mesailer ve çalışma koşullarının ağırlığı kendimize zaman ayırmamıza izin vermiyor maalesef. Eylemsel birlik faktörü bu koşullardan ve stresten de kurtulmanın temel direği. Biz işçiler kapitalist sömürü koşullarından ve onun yarattığı stres faktörü gibi nice olumsuz etkilerden kurtulmak için mücadele etmeliyiz. Sistemin dayattığı kölelik koşullarında yaşamaya devam edersek savaşlar, iş kazaları, kalıcı sakatlıklar, krizler ve daha nice acı bizlerin başından eksik olmayacak. İşçiler kapitalist sitemi ancak örgütlü olduklarında başlarından atabilirler. Kapitalizm ortadan kalktığında, onun yarattığı mülkiyet ve üretim ilişkileri de son bulmuş olacak. İşçi sınıfı köle gibi çalışmaya mahkûm olmayacak. Sömürüsüz, sınıfsız, savaşsız, işsizliğin ve geçim derdinin olmadığı kaygısız ve dolayısıyla stressiz bir dünyanın yolu açılacak. Bu koşullar son bulsun diye örgütlenmeli ve sınıfımızın gücünün farkına varmalıyız. Unutmayalım ki işçiler örgütlüyse her şeydir ama örgütsüz oldukları sürece hiçbir şey.