
Yüzlerce isçinin çalıştığı bir metal fabrikasında işçiyim. Bu fabrikada çalışan işçilerin büyük bir çoğunluğu, genel olarak standartlaştırılmış ücret alıyor. Daha doğrusu karın tokluğuna çalışıyor. Haliyle işçilerin gündemi de doğal olarak, bu sorunla mücadele etmek olmalı. Ancak iş hiç de öyle olmuyor. Sermayenin siyaseti, çoğunluğun gündemine kendi sorunlarına çözüm aramasınlar diye türlü türlü gündemler sokuyor. Doğal olarak da işçiler bu gündemler hakkında “fikir” sahibi oluyorlar, kendi sorunları ve bu sorunların çözümü dışındaki neredeyse her şeyi “biliyorlar”.
Öğle molasında bir grup işçi arkadaşımla sohbet ediyorduk. Gündem çok yoğundu, bir yandan Suriye’de olup bitenler, bir yandan dünyadaki gelişmeler, bir yandan televizyon dizileri, spor… Sohbetler işte böyle uzayıp gidiyordu. Yani gündemde ne var ne yoksa her şey bir çırpıda konuşulup geçiyordu. Bir Ahmet usta bir Ali usta lafı alıyor ve iki cümlede özetliyorlardı büyük problemleri. Bu konuşmaların arasında Mehmet usta lafı aldı: “Ya bırakın bunları da, asıl olana bakın. Gördünüz mü Başkanı? Tüm dünyaya meydan okuyor, herkesin ağzının payını veriyor. Aslan gibi maşallah! Geçen gün ne yaptı koskoca Papa’nın karşısında? Aklı sıra Başkanımızı gülünç duruma düşürmek için kıytırık bir sandalyeye oturtmak istemişler. Tabi Başkan her şeyin farkında, bu tongaya düşer mi? Hemen kaldırtmış sandalyeyi, Papa’nın koltuğunun aynısını koydurtmuş. Adam sorumluluk sahibi, gördünüz mü? Nasıl da dik durmuş! Başkan dediğin böyle olur.” Tabi Mehmet ustanın bu konuşmasından sonra bazıları Mehmet ustayı destekledi. Ardından da kısa bir sessizlik oldu.
“Mehmet usta iyi söylüyorsun, güzel söylüyorsun, tabi herkes kendi sorumluluklarının gereğini yapmalı. Ama biz de işçiyiz, ne başkan ne de milletvekiliyiz. ‘Başkan dediğin şöyle olur’, ‘başkan dediğin böyle dik durur’, ‘adam dediğin böyle olur’ da peki, ustam işçi dediğin nasıl olur?”
Kısa bir sessizlik oldu önce, o anda hızla düşünceler geçti kafamdan, kendi kendime sorular sordum. Acaba çok zor bir şey mi sordum? Ya da ne bileyim, cevabı olmayan bir soru muydu? Ama nasıl yani? Dünyanın yaşı değil ki sorduğum. Dünyaya barış ne zaman gelir, onu da sormadım. Dünyadaki su miktarı, sorduğum bu da değil! Çok açık, işçi dediğin nasıl olmalı? Biz yani, nasıl bir sınıf olarak birlikte ve dik durmalıyız? Tüm bunlar bir çırpıda kafamın içinden geçerken nihayet eski bir işçi olan Kadir usta lafı aldı. Ohh, rahatladım ya!
“Al bak, gördünüz mü şimdi bakalım? Her şeyi konuşuyorsunuz da, iyi başkan, iyi teknik direktör, adam gibi adam nasıl olur biliyorsunuz da, işçi dediğin nasıl olur? Verin bakayım cevabınızı. Bak ne güzel işte, eften püften şeyleri konuşacağımıza bunu konuşalım. Ulan hepimiz ay sonunu zor getiriyoruz. Üç kuruş kazanalım diye bizi mesaiye yazmaları için affedersiniz yalvarıyoruz ustabaşına. Böyle mi olur dik duruş? Daha iyi bir toplu sözleşme imzalamak istedik, grevimiz yasaklandı. Bize dik duruş lazım değil mi? Her şey kötüye gidiyor, biz burada ne konuşuyoruz! E, biz işçiyiz de hakikaten isçi dediğin nasıl olmalı?”
Kadir usta daha da konuşacaktı ama ne yazık ki mola bitti. İşbaşı yaptık, sohbet yarım kaldı. Ama akşam iş çıkışı sohbetimiz devam etti. Mehmet usta, bize “doğru söylüyorsunuz, biz işçiyiz, çocuğumuz da işçi olacak. İşçi dediğin haksızlıkların karşısında eğilmez, haklarını yedirmez, başı dik durur” dedi.
Gerçekten de biz milyonlarca işçi kendi sorunlarımızı bir konuşabilsek, bu sorunlarımızı nasıl çözebiliriz diye sorabilsek, birbirimize danışabilsek, yan yana gelip birlikte hareket edebilsek pek çok meselenin de üstesinden gelmeye başlarız. Ama bunu çok iyi bilen sermaye sınıfı biz milyonlarca işçiyi bölüp parçalayarak bir araya gelmemizi ve kendi sorunlarımızı düşünmemizi engelliyor. Bizim gündemimize sadece kendi istediği konuları sokuyor. Bunda başarılı da oluyor. Ama gerçekler ortada. Nereye kadar bizleri kandırabilirler ki?