
Merhaba kardeşler, ben üniversite mezunu bir işsizim. Geçen gün markette çalışan bir arkadaşımı aradım ve dedim ki; “Bu ara pek görüşemiyoruz, iş çıkışında müsait olursan bir çay içelim, sohbet edelim, hayli uzun zaman oldu.” Çalışma saatlerinin ve izin gününün hep ters olması nedeniyle görüşemiyorduk. Nihayet bu defa buluşmak için sözleşebilmiştik. Derken o gün akşam oldu. Oturduğu evin oralarda görüşelim demiştim ve iş çıkışında gittim, görüştük. Bir kafede oturduk. Uzun ve hoş bir sohbete daldık. O bana iş durumlarını anlatıyordu ben de iş aramalarımı ve başka uğraşlarımı anlatıyordum ona. Görüşmemiz sırasında dikkatimi çekmeyen bir cümle eve gelince beni düşündürmeye başladı.
“Ya işyeri çok önemli. Elbette iş ortamı, iş ortamında beraber çalıştığım arkadaşlar o kadar önemli ki zaten günün çoğu zamanını onların yanında geçiriyorum, düşünsene aranızın da kötü olduğunu, o zaman hiç çekilmez.” Aslında hepimizin bildiği gerçekler bunlar. Ama bu gerçekler hayatın içinde yansımasını böyle net bir şekilde bulunca, o zaman patronların bize “hediye” ettiği yaşamın gerçekliğini kavrıyoruz.
Elbette işyerindeki arkadaşlık çok önemli. Zaten o kadar uzun saatler çalışıyoruz ki evdekilerin yüzünü bile görmeye hasret kalıyoruz. Ne çoluk-çocuk ne anne-baba ne de eş-dost, her şeye uzak olup gelecek yaşamımızı var edebilmek adına şimdiki yaşamımızı heba ediyoruz. Patronlar sınıfı zevkusefa içinde yaşarken, bizler yaşamlarımızı sürdürebilmek için, 3 kuruş daha fazla para kazanabilmek için her gün ama her gün saatler boyunca çalışıyoruz, çalışmaya mecbur bırakılıyoruz. Üreten, hayatı var eden sınıf bizleriz, ürettiğimiz bütün değerlere el koyan ve ömrümüzü hoyratça kullanma hakkını kendinde görense patronlar sınıfıdır.
Elbette bu durumu yaratan biz işçi sınıfının örgütsüzlüğü ve dağınıklığıdır. Eksikliği önce kendimizde aramalıyız. Bizler örgütlü, bilinçli olduğumuzda ne uzun iş saatlerine ne de kölece çalışma koşullarına maruz kalırız. Yeter ki gücümüze inanalım ve birleşelim.