
Merhaba arkadaşlar. Her sabah metroyla işe giden bir işçiyim. Sizlere yolculuğum boyunca şahit olduğum olayları, etraftan aldığım izlenimleri paylaşmak istiyorum. Genellikle sabahın erken saatlerinde ilk trene, ilk duraklardan binerim. İlk duraklarda yolcu aldıktan sonra oturacak yer kalmayan trene, sonraki duraklarda binebilmek ciddi bir uğraş gerektiriyor. Tren tam olarak nerede duracak; kapı nereye denk gelecek, sarı çizginin ilerisine mi, gerisine mi, yoksa tam ortasına mı? İyi bir hesap sonrası, şansın da yaver giderse nihayet içeri girebiliyor, sırtını bir yere verme mutluluğuna erişiyorsun!
En dikkat çekenler arasında ve bir o kadar da sıradanlaşmış vakalardan biri; yolcu bayılmaları. Sıradanlaşmış diyorum, çünkü konuştuğum birkaç görevlinin söyledikleri; onlar için bu durumun nasıl da sıradanlaştığını gösteriyor. Metro görevlileri, “gün geçmiyor ki birkaç yolcu bayılmasın. Kahvaltı yapmadıkları için tansiyonları düşüyor olmalı” diye belirtiyorlar. Espriyle karışık “metro girişlerinde her sabah kahvaltı hizmeti mi versek?” diyerek kendilerince bir çözüm önerisinde bulunuyorlar. İki kara zeytin tanesi bile atıştıramadan, aynı yorgun yüzlere eklenen işçilerin elbette bayılmalarının tek nedeni bu değil. Uzun bir çalışma gününün yorgunluğunu üzerimizden henüz atamadan, ertesi gün yine sabahın erken saatlerinde gün doğmadan düşeriz yollara… Çalışma koşullarımızın kötü olması yetmiyormuş gibi bir de toplu ulaşım araçlarında çektiğimiz eziyetler üzerine tuz biber ekiyor. Çoğu zaman kahvaltı yapamayız, çünkü biraz daha uyumanın bize daha iyi geleceğini düşünür “nasıl olsa yolda bir simit alır yerim” deriz. İşe gitmediğimiz bir gün ya da kimi zaman yapabildiğimiz kahvaltı bir “lüks” haline gelmiştir bizler için. Yıllık izinlerimiz parça parça kullandırtılmamışsa, birkaç gün dinlenme şansı elde ederiz. Fakat çoğu zaman izinlerde de ek bir gelir elde etmek için türlü türlü işlerde çalışmayı düşünürüz.
Oysa daha az çalışıp, daha yüksek ücretler almaya ihtiyacımız var. Toplu taşımalarda rahatlıkla yolculuk edebilmeli; markete, pazara gittiğimizde bir ürünün etiket fiyatına bakmadan dilediğimizi alabilmeliyiz. Böylece daha sağlıklı beslenebilir, daha rahat bir zihne kavuşabiliriz. Sosyal bir varlık olmamız itibariyle toplumsal yaşam içinde, başka uğraşlarla kendimizi var etmek isteriz. Kuşkusuz, tüm bunlar için öncelikle boş zamana ve yarına dair endişe duymayacağımız bir ücreti almaya ihtiyacımız var.
Geçmişte sınıf kardeşlerimiz ağır çalışma şartlarının düzeltilmesi için büyük bedeller ödediler. Bundan 132 sene önce Avrupa’da ve Amerika’da işçiler, “8 Saat Çalışma, 8 Saat Uyku, 8 Saat Canımız Ne İsterse” talebiyle mücadeleyi yükseltmişler. 8 saatlik işgünü talebinin yükseltildiği 1 Mayıs, işçilerin uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak simgeleşti. Her 1 Mayıs günü dünyanın dört bir yanından işçiler olarak taleplerimizi haykırmaya devam ediyoruz. Taleplerinin karşılanması için o gün Avustralyalı, Amerikalı, Avrupalı işçiler nasıl birlikte hareket ettilerse; bizler de bugün onların bizlere miras bıraktığı bu simgesel günde güçlü bir şekilde haykırıyoruz: Herkese İş, Çalışma Saatleri Kısaltılsın, Ücretler Yükseltilsin!