Metal fabrikasında çalışan bir işçiyim. Geçtiğimiz günlerde çay paydosunda sohbet ederken dini ve resmi bayram tatillerini konuşuyorduk. Arkadaşın biri “tatil bizim neyimize” dedi ve sustu. “Hayırdır, niye böyle diyorsun? Tatil olunca en azından biraz daha dinlenme fırsatı buluruz. Ailemize, arkadaşlarımıza biraz daha zaman ayırmış oluruz” dedim. Derler ya, bir dokun bin ah işit diye, bizimki de öyle oldu.
Arkadaş şunu dedi: “Her gün çalışıyoruz, mesai üstüne mesaiye kalıyoruz. Ama yine de ayın sonunu getiremiyoruz. Her şeye zam üstüne zam geliyor. Aldığımız ücret bizde bir misafir gibi. Faturalardır, kiradır derken elde bir şey kalmıyor. Haliyle resmi tatillerde üç kuruş daha alırız diye mecburen işe geliyoruz” dedi. “Türkiye ekonomisinin büyüdüğünden bahsediyorlar. Kişi başına düşen gelir artmış, öyle diyorlar. Biz bir hesap hatası mı yapıyoruz yoksa? Ya da iktidardakiler bizi mi kandırıyor?” dediğimde, “evet, birileri büyüyor. Patronların büyüdüğü kesin, fakat bizde büyüyen ise açlık, yoksulluk, cebimizdeki delik” dedi. “1 Mayıs yaklaşıyor, her halde o gün işe gelmezsin. 1 Mayıs alanına gideriz” dedim. Arkadaş, “bir yanda yüzde yüz mesai, diğer yanda işçi bayramı… İşçi olduğumuzu bile unuttuk, geçim derdi belimizi büktü” dedi.
Bizler o gün iş arkadaşları olarak daha iyi bir ücret, daha iyi çalışma koşulları, kendimize, ailemize ve arkadaşlarımıza zaman ayırabileceğimiz bir yaşam için 1 Mayıs alanına gitmek ve taleplerimizi haykırmak gerektiğini, diğer işçi kardeşlerimizle buluşmak için o alana gitmek gerektiğini konuştuk. Daha iyi çalışma koşulları için, daha iyi bir ücret için 1 Mayıs’ta işe değil mücadele alanına gitmeliyiz.