
Bir iş çıkışıydı, pazar kurulmuştu ben de bir uğrayayım belki bir şeyler alırım dedim. Pazara girerken bir kadın sesi Hasan diye bağırıyordu, ne oluyor diye merak ettim. Ama kadın öyle bir Hasan diyordu ki insanın içi cız ediyordu. Kadın “Hasan baban öle, sen de ölesen, ben de öleyim, Allah canınızı alsın” diye bağırıyordu. Yanımda duran çocuk hemen sesin geldiği yere koştu.
Kadın Hasan’ın annesiydi. Sırtına bağladığı bir çocuğu daha vardı. Kadının ellerinde poşetler bir eliyle de Hasan’ı tutmaya çalışıyordu. Hasan annesine balıkları gösterdi Annesi kafasına bir tokat indirdi. Bir tane daha vuracaktı, o an tuttum kadının elini. “Bu çocuk ne yaptı sana? Ayrıca senden bir şey istemedi, niye vuruyorsun?” dedim. Kadın “benim derdim çok abla” dedi. “Tamam derdin çok da Hasan’ın ne suçu var?” dedim. Sırtındaki çocuk da ağlamaya başladı. Fakat kadın çocuğun ağlamasını duymuyordu. Habire “Hasan baban öle” deyip duruyordu.
“Abla bana bak, bu böyle olmaz, sen bir anlat şu derdini” dedim. “Bacı ben Suriye’den geldim. Kocam orada savaşta öldü, iki çocukla yalnız kaldım, çöplerden yiyecek topluyorum, hayatta kalmaya çalışıyoruz. Benim derdim çok büyük. Bu çocuklar ölse daha iyi olur” deyince yüreğim acıdı. Bu arada Hasan’ın saçlarını okşuyordum, saçları kirliydi, yıpranmıştı. Ama gözleri umut ve sevgi doluydu. Kadın kendi kendine konuşuyordu, Hasan annesine bakıyordu. Annesi “Hasan baban öldü, ben de öldüm, her şeyden bıktım” diyordu. Kadın hızlı hızlı yürümeye başladı, sanki bir yere yetişecekti Hasan da arkasından yürüyordu. Dönüp gözlerimin içine tekrar baktı ve gözden kayboldular. Pazardan bir şey almadan çıktım, eve doğru yürüdüm. İçimden “bu nasıl bir dünya, insanlar ne hale geliyor. Hasan gibi çocukların ne suçu var? Kadınların, ölen erkeklerin ne suçu var? Egemenlerin çıkardığı savaşta emekçiler ölüyor” diye düşünüyordum. Gözlerime yaş doldu, yüreğime öfke birikti. “Bu düzen yıkılmalı, başka türlüsü mümkün değil” diye düşündüm.