24 Ağustos Pazar günü UİD-DER Esenler Temsilciliğinin düzenlemiş olduğu bir film etkinliğine katıldım. Çeşitli fabrikalardan gelen işçi kardeşlerimle birlikte izledik. Filmin sonunda film üzerine sohbet ettik. Çok güzel şeyler anlattılar. Güzel bir sohbet oldu. İnsanları en azından kendi kendine düşünmeye sevk etti.
Film 1994 yılında küçük bir Afrika ülkesi olan Ruanda’da yaşanmış olan insanlık dışı bir katliamı anlatıyordu. Yaklaşık bir ay içinde bir milyon insanın nasıl ve neden katledildiğini, bütün dünyanın gözü önünde yaşanan bu katliama insanların nasıl seyirci olduğunu anlatan bir filmdi. İnsanın izlerken bile tüylerinin diken diken olduğu bu film egemen sınıfın kendi çıkarları uğruna insanları nasıl gözden çıkardığını anlatıyordu.
Biraz filmden bahsetmek istiyorum. Yıllarca bir arada yaşamış olan ve her iki gruba mensup olanların da siyah Afrikalı olduğu insanlar iki kabileye ayrılmış: Hutular ve Tutsiler. Bu iki kabile milliyetçilik zehri ile zehirlenerek birbirine düşman hale getirilmiş. Nüfus olarak çoğunluk olan Hutuların azınlık olan Tutsilere yönelik soykırım yapmaları ve bunu yaparken de radyo aracılığıyla sürekli milliyetçilik zehrinin zerk edildiğini gözler önüne seriyordu film. Yaklaşık 2-2,5 milyon nüfusa sahip Tutsilerin 1 milyonu katledildi. On binlercesi çeşitli ülkelere mülteci olarak göç etti. Bu soykırım değil mi? Peki bu katliam ne için yapıldı? Elbette bu katliamdan birileri kendi hesabına kâr elde etti. Filmde insanları öldürmek için palalar kullanılıyordu. Palalar Çin’den gelmişti. Hutulara başka kim yardım ediyordu? Fransa! Barış gücü adı altında kimler vardı dersiniz! ABD, Belçika vs. Filmi izledikten sonra şunu düşündüm; iyi de bu ülkelerin bu soykırıma ortak olmalarının bir nedeni olmalı? Kendi sermayeleri için ya pazar alanı ya da talan alanı. Sermayedarların hiç de umurunda değildi orada yaşamını yitirenler. Onlar siyahtı.
İnsan katliamı Ruanda ile sınırlı kalmadı. Balkan ülkelerinde, Somali’de, Kenya’da, Osetya’da, Lübnan’da, Irak’ta, Türkiye’de ve dünyanı birçok yerinde patronlar sınıfının çıkarları uğruna milyonlarca insan katledildi ve katledilmeye devam ediyor. Katliamda kullanılan palaları, kurşunları, silahları üreten maalesef biz işçiler değil miyiz? Bunları üretirken bizden birilerinin yaşamı elinden alınsın diye mi üretiyoruz? Çinli bir işçi kardeşimiz ürettiği palaların Ruanda’da ya da Kenya’da insanları katletmek için kullanılacağını bilebilir miydi?
Patronlar sınıfı ve onların uşakları bizlerin bilincini öyle bir zehirliyor ki ne yaptığımızın bile farkında olamıyoruz. Onların en önemli silahlarından biri milliyetçiliktir. Bizi bize karşı bu silahla vurmasını çok iyi biliyor. Bizlere bir kimlik veriyor. Bu kimliğin dışındaki herkesi düşman görmemizi istiyor. Oysa içinde yaşadığımız toplumsal yapıda tek kimliğimiz var. O da sınıfsal kimliğimizdir. Diğer taşıdığımız kimlikler biz işçi-emekçileri parçalamak için patronlar sınıfının işine yaramakta. Bizim düşmanımız herhangi bir yerde çalışan ya da yaşayan işçi-emekçi kardeşimiz değil patronlar sınıfıdır.
Patronlar sınıfının sistemi o kadar çürümüş durumda ki yaşananların üzerini artık kapatamıyorlar. Yaptıkları katliamları ve vahşeti biz işçi-emekçilerden gizleyemiyorlar. Bu çürümüşlüğün içinde sonsuza dek yaşayamayız. İnsanlık dışı bu sistemin tarihin çöp sepetine atılması gerekiyor. Çünkü çöpün yeri çöp sepetidir. Çöp kendiliğinden çöp sepetinin içine girmez. Onu atacak olan birileri olmalı. Bu sistemi tarihin çöp sepetine atacak olan biz işçileriz. Var olan her şeyi üreten biz işçiler birlikte hareket etmeyi öğrendiğimizde, birbirimize güvendiğimizde, kendi sınıfsal çıkarlarımızı öğrendiğimizde, örgütlendiğimizde, üretimden gelen gücümüzü doğru kullanmayı becerdiğimizde, silahlarımızı herhangi bir ülkedeki işçi kardeşlerimize değil de patronlar sınıfına doğrulttuğumuzda ancak o zaman bu sistem tarihin çöp sepetine atılır.
Bu sistemin insanlığa yaşattığı acıların aleti olmak istemiyorsak, insanca bir yaşam istiyorsak, gelecek kuşaklara insanca bir yaşam bırakmak istiyorsak bütün var olan kimliklerimizi sınıfsal kimliğimizle bütünleştirmeli ve sınıfsal kimliğimizle patronlar sınıfına karşı mücadele etmeliyiz. Gelecek güzel günler biz işçilerin ellerinde!