
Yeni işe girdiğim sıralardı. İşe ilk başlayınca oryantasyon eğitimi için direkt makineye vermediler, tek tek makineleri gezdirip işi anlattılar. Daha ilk günlerim, ne tarafa baksam insanlar nefes nefese makineye yetişmek için kendileriyle yarışıyorlar. Makinelerin hepsini gezdik, sonra bir ablanın yanına bıraktılar, akşama kadar işi öğren dediler. Hani insan bekliyor bir “merhaba” desinler, “hayırlı olsun” desinler ama yok. Biraz bekleyince haksızlık ettiğimi anladım. Ablanın gözü beni görecek gibi değil, yarı büklüm bir partiyi kasaya koyarken, yeni gelen partiyi de diğer eliyle alıp yapmaya başlıyor. Yüzüne baktım, kan ter içinde kalmış, beti benzi solmuş. İçinden lanetler yağdırıyordur, “yeter artık” diye bağırdı bağıracak diye düşünüyordum.
Neyse biraz daha yaklaştım “kolay gelsin abla, nasıl memnun musun işinden?” dedim. Abla bir soluklandı, belini doğrulttu “çok şükür işim rahat, Allah razı olsun” dedi. “İki büklüm kan ter içinde kalmışsın, bu mu rahat?” diye sormadan edemedim. Abla da “yok yok öyle deme, ben buradan önce başka yerde de çalıştım. Orada belimi hiç doğrultamıyordum. Burada çok şükür arada da olsa belimi doğrultuyorum” deyince ağzım açık kaldı deyim yerindeyse.
Hep beterin beteri var diyerek alıştırıyorlar bizleri. Boyun eğmemizi, şükretmemizi, sabretmemizi istiyorlar. İnsan bir durup düşününce bunda bir gariplik var demesi gerekmez mi? Gece gündüz nefes almadan çalışan, üreten biziz. Ama ürettiklerimize el koyan patronlar. Düşünmeyelim, sormayalım, sorgulamayalım diye bir saniye boş bırakmıyorlar bizleri. Yük hayvanı gibi çalıştırıyorlar, insanca çalışmak böyle bir şey olamaz. Bunu görmeyelim, anlamayalım diye hep dikkatimizi farklı yerlere çekmeye çalışıyorlar. Dil, din, ırk, memleket, spor, magazin hayatın içinde ne varsa bunları kullanarak bölüyorlar yan yana gelmeyelim, birlik olmayalım diye.
Sokağa çıktığımda insanların yüzüne bakıyorum, yorgunluk, bıkkınlık, koşuşturmaca. Gülen bir yüz görmek neredeyse olanaksız. Hayat yalnızca gece gündüz çalışmak, yorulmak, uyumak, tekrar çalışmak olmuş sanki. Böylesi bir çembere hapsetmişler bizi. Ama Elif Çağlı’nın şiirinde dediği gibi böylesi yaşamak değil be kardeşim.
Aynı zil sesleriyle uyanmak uykulardan
İki kara zeytin tanesi atıştırmak
Hep aynı yollardan geçmek mi yaşamak?
Bir masanın, bir tezgâhın başında
Tüketmek bir günü daha
Hep aynı otobüslerde
Yorgun yüzlere eklenmek mi?
Akşamlarında bir kara kutuda
Yitirmek mi anlamı?
Aynı saatlerinde yatıp gecelerin
Hep aynı şeylere uyanmak mı?
Hayır. Böylesi yaşamak değil, olmamalı. Bizlere reva görülen bu yaşamları değiştirecek olan da yalnızca biz işçileriz. Omuz omuza veren, mücadele eden işçiler. Tepemize çöreklenen patronlar bizi bölmeye çalıştıkça inatla yan yana duralım, işçi sınıfının örgütlü birliğini büyütelim. Haydi, işçi kardeş, sen de gel katıl bize. Gökyüzünde birleşsin gürleyen sesimiz.
Yaşasın örgütlü mücadelemiz...