
Zor zamanlardan geçiyoruz. Kriz, zam üstüne zam, baskılar, yasaklar… Bilcümle gardiyanlar çevremizi sarmış gibi. Azımız bunların biraz olsun farkında olarak devam ediyor yaşamına, kimimizse hiç farkında olmadan. Ama gerçek şu ki; bazen gülerek eğlenerek, bazen ağlayarak, üzülerek, yiyerek içerek yani tüm yaşamsal faaliyetlerimize devam ederek yaşıyoruz hayatı ki bunlar günlük hayatın içinde kendiliğinden akıp gidiyor. Bunları düşünürken aklıma şu soru geliyor. Günler kendiliğinden akıp giderken, yaz mevsimi gelmiş sıcaklar bastırmışken “tatil yapmak işçiler için bir ihtiyaç mı lüks mü?”
Biz işçiler koca bir yıl boyunca hiç durmadan çalışırız arılar gibi üretiriz, üretiriz, üretiriz. Neden bu kadar çok üretiyoruz diye hiç sormadan üretiriz. Bazen ürettiklerimiz yetmez daha fazla üretmek için fazla mesai yaparız. Hayat acısıyla tatlısıyla bir bütündür. Güzel günler de görürüz elbet sevdiklerimizle yan yanayken acı günler de. Bazen çevremizdekilerin ani ölümleri sarsar ruhumuzu, hastalıklar, kederli günler. Yani her şeyi sığdırırız bir yılın içine. Bedenimizle birlikte ruhumuz da yorulur. Bir yıl boyunca sınırlarından çıkamadığımız şehir hapishanesinin sınırlarından çıkmak en çok da biz üretenlerin ihtiyacıdır. Derin bir nefes almak, alarm sesleriyle uyanmamak, bu güzelim dünyanın denizinin tuzunu, doğanın yeşilini tatmak, gezmek yeni yerler görmek, yeni insanlar tanımak hem ihtiyacımız hem de hakkımızdır.
Biz de bir grup arkadaş küçük bir tatil yapalım dedik. Kendimi çok şanslı buluyorum çünkü gerçek insanlarla gerçek duygular yaşamaktan daha güzel bir şey yoktur bu hayatta. İlk gezi planımız Maden Deresi’neydi. Lastik ayakkabılarımızla derenin içinden şelaleye kadar yürüdük. Yol boyu ağaçlar, koca dağlar, tüneller eşlik etti bize. 1900’lü yıllarda burada maden işçileri altın, çinko çıkarmak için çalışmışlar. Kim bilir bu derede nice madencinin hayalleri kalmıştır. Daha sonra yolumuz Acarlar Longozuna düştü. Ben de ismini ilk defa duydum ve doğru telaffuz edene kadar farklı denemelerimiz oldu. Longoz su içine batmış orman demekmiş. İçinde birçok canlının yaşadığı, suyun yüzeyince nilüfer çiçeklerinin açtığı doğa harikalarından biri. Suyun yüzeyindeki yaprakları gördüğümde önce ağaçları gözden geçirip hangi ağaçtan düştüğünü bulmaya çalıştım. Daha sonra nilüferlerin suda açtığını öğrendim, kendime güldüm. İlginç şey doğrusu. Fabrikada hangi ürün için hangi hammadde kullanılır bilirim ama suda açan nilüfer çiçeklerini yeni öğrendim. Hayat yalnızca karnımızı doyurmaktan ibaret olmamalı. Dünyanın tüm güzelliklerini kendi ellerimizle emeğimizle biz işçiler yaratırken tadını şimdilik emeğimizi çalanlar çıkarıyor. Bu hayatın her şeyini üreten biz bu dünyanın nice nimetlerinden mahrum yaşıyoruz. Kim bilir bilmediğimiz görmediğimiz daha ne güzellikler var.
İlk soruma geri dönüp tekrar soruyorum “tatil yapmak işçiler için ihtiyaç mı lüks mü?” Ne kadar farkındayız ruhumuzun da bedenimizin de tatil yapmaya ihtiyacı olduğunun?