
Biz işçiler, beslenme, barınma gibi en temel ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için çalışmak zorundayız. İş Kanununda işçilerin haftalık çalışma süresi 45 saat olarak belirlenmiş. Ne var ki haftada 45 saat çalışan çok az işçi arkadaşımız vardır. Bazı işyerlerinde günlük çalışma saati, 8 saatin üzerinde. Mesai sayılmaksızın, normal çalışma saati günlük 12 saate kadar fiili olarak çıkmış durumda. İşyerlerinde “Biz bu şekilde çalışıyoruz, işine gelirse” cevabını duyan da çok olmuştur. Haftada bir gün bile tatil yapmadan, gece gündüz çalışmak zorunda kalan işçilerin sayısı hiç de az değildir. Çalıştığımız her fazla saat, ömrümüzden, sağlığımızdan, ailemizden ve çocuklarımızdan bir şeyler alıp götürüyor. Yaşamımız her geçen gün sabun gibi eriyerek yok oluyor.
Ekonomik krizi derinden yaşamaya ve hissetmeye başladık. Evimize yiyecek almaya gittiğimiz pazarda, marketlerde bir ödediğimiz paraya bakıyoruz bir de torbalarımızın içindeki yiyeceklere. Her geçen gün torbalarımızdaki yiyecekler azalmaya, ödediğimiz paralar ise artmaya başladı. Gelen faturaların yüksekliği ise dudaklarımızı uçuklatıyor. Çocuklarımızın okul ihtiyaçlarını ise karşılayamaz olduk. Okuldan elimize verilen ihtiyaç listelerinin bir kısmını alamıyor, almak zorunda kaldıklarımızı ise kırtasiye kırtasiye gezerek, birkaç kuruş daha ucuza bulmaya çalışıyoruz.
Ödeyemediğimiz krediler, düşük ücretler, geçim derdi, bizleri fazla mesailere itiyor. Çocuklarımız uyanmadan evden çıkıyor, çocuklarımız uyurken eve giriyoruz. Ailemizle yeterince ilgilenemiyor, onlarla vakit geçiremiyoruz. Çalıştığımız tezgâhın, bandın başında, çocuklarımızı, ailemizi ve borçlarımızı düşünüyoruz. Sosyal hayattan kopuk, bir dost yüzü göremez, bir dost sofrasında yemek yiyemez, bir aile ziyareti yapamaz duruma geldiğimiz için yalnızlaşıyoruz ve psikolojik olarak sorunlar yaşıyoruz. Biz işçilerin, haftada 50-60-70 ve hatta 80 saat çalışmasına gerçekten ihtiyaç var mı?
Haftalık 40 saatin üzerinde çalışmanın getirdiği sağlık problemlerine dair, birçok üniversite ve kliniklerde araştırma yapılmış ve sonuçlar bilimsel olarak ortaya konulmuş. Bunların detaylarına baktığımızda, hiçbiri biz işçiler için yabancı, bizim için uzak sonuçlar değil. Ağır çalışma koşulları ve uzun çalışma saatlerinden dolayı maruz kaldığımız sağlık problemlerini, vücudumuzda oluşan kalıcı hasarları sıralamakla bitiremeyiz. Uzun çalışma saatleri, bedenimizin ve zihnimizin aşırı yorulmasına ve buna bağlı olarak da tükenmemize, geçirdiğimiz iş kazaları ile de bedenimizden uzuv kayıplarıyla bedel ödemimize neden oluyor. Stres altında çalışmanın yanı sıra, bir de hayatın yükü ile kalp krizi, kalıcı beyin hasarı ve felç geçirme ile yüz yüze kalıyoruz.
Her geçen gün ilerleyen teknolojiden, yapay zekâ, robot teknolojisi ve tam otomasyondan bahsediyor gazeteler, televizyonlar. Bu teknolojik gelişmeler ancak işçilerin çıkarına ve sağlıklı çalışma hayatı için kullanıldığında anlamlı olur elbette. İngiltere’deki bir kuruluş 2030 yılına kadar İngiltere’de 3,6 milyon işin makineler tarafından yapılabileceğini duyurmuş. Gene bu 10 yıl içinde, bu teknolojik gelişmelerin, İngiltere ekonomisine (patronlara yani) ciddi anlamda kârlar getirmesi bekleniyor. Bu gelişmeler, İşçi Sendikaları Konfederasyonunu da (TUC) harekete geçirmiş. TUC yaptığı yıllık konferanslarında, işçilerin daha az çalışıp, aynı parayı almalarını yani haftalık çalışma gününün 4 gün, hafta tatilinin ise 3 gün olmasını önermiş ve hükümetlerini bunu sağlama konusunda göreve davet etmiş. TUC Genel Sekreteri France O’Grady, sıradaki görevlerinin haftalık tatili 3 güne yükseltmek olduğunu söylüyor. İngiltere’de bulunan IndyCube şirketinde işçiler, dört gün çalışıp, beş günlük maaş alıyorlarmış. Bu hak, şirket çalışanlarının mücadelesi ile elde edilmiş bir hak. Şirket çalışanları, aynı zamanda TUC’un çağrısını da desteklediklerini söylüyor.
İleri teknolojinin kapitalizm altında işçilere sağlık, huzur ve mutluluk getirmediğinin en güzel örneği Japonya’dır. Dünyanın en ileri teknolojisine sahip ülkelerinden biri olan Japonya’da aşırı çalışmaya bağlı olarak ölümler giderek artıyor. Japonya’da aşırı çalışmadan kaynaklı ölümlere karoşi deniyor. Resmi rakamlara göre karoşi sayısı her yıl yüzleri buluyor. Aşırı stresli çalışma koşulları çalışanların sağlıklarının bozulmasına, kalp krizi ve felce yol açıyor. Hatta kimi zaman aşırı çalışmaya dayanamayan gençler çözümü intiharda buluyorlar.
Hafta tatilinin ve yıllık izinlerin arttırılması, çalışma saatlerinin düşürülmesi hayati bir talep ve mücadele konusudur. Bu talebi sahiplenmeli ve sendikalarımızın önüne bu talep için mücadeleyi görev olarak koymalıyız. Bunu yapabilmemizin yolu, elbette ki, işyerinde birlikte çalıştığımız arkadaşlar ile yan yana gelmekten ve örgütlenmekten geçiyor. Yeni teknolojik gelişmelerin, salt patronların kârlarına kâr katması değil, insanlığa hizmet etmesi için bizler de örgütlenmeliyiz.
Bir arabaya benzin koyarsak araba çalışır ve yürür. Biz işçilerin de yakıtı, dinlenmek, iyi beslenmek, sosyal yaşamdan, arkadaşlarımızdan ve ailemizden kopmadan insani ihtiyaçlarımızı gidermektir. Bir düşünelim. Üç gün tatilimiz olsa, bu üç günde neler yapabiliriz? Ailemize daha çok vakit ayırır, daha çok dinlenir, uğraşmak istediğimiz hobilerimize vakit ayırır ve daha yaratıcı olmaz mıyız? Ruhumuz, bedenimiz dinlenmez mi? İşte bunları sağlayabilirsek vücudumuz bizi yarı yolda bırakmaz. Bu yakıtları sağlayamazsak, vücudumuz stop eder ve bizi yarı yolda bırakır.
Hayatta kalmak, sağlıklı yaşamak için, biz işçilerin yan yana gelmeye, taleplerimizi hep birlikte, tek ses olarak duyurmaya ihtiyacımız var.