
Çocukluğumda sokaklarda koşar, bazen meyve bahçelerine dalardık. Harçlığımızı kaptık mı, doğru Turan amcanın bakkalına atardık kendimizi. Bir paket çekirdek alır, 15-20 çocuk paylaşırdık. Orta sıçan, yakar top, saklambaç en sevdiğimiz oyunlardandı. Bazen öyle günler olurdu ki mutfakta yemek yapan Gülizar teyze, işi gücü bırakıp bizimle orta sıçan oynardı (ocaktaki yemek yanınca da yine bize kızardı). Onu gören komşular dayanamaz, onlar da gelip oyuna katılırlardı. Karnımız acıkınca da en yakın evin kapısını çalar salçalı ekmek isterdik, önce fırçayı sonra da ekmeğimizi yerdik. Bazen kavga da ederdik oyun oynarken. Akşam olup eve gidince de ya anneden ya da babadan dayağı yerdik, “o senin kardeşin, insan kardeşine vurur mu?” der patlatırlardı tokadı. Ertesi gün ne küslük kalırdı, ne kırgınlık. Yine el ele, cıvıl cıvıl koşardık sokaklarda. Emekçi ailelerdik, o zamanlar da yoksulduk, ama acılarımız da mutluluklarımız da ortaktı.
Paylaşmayı bilirdi büyüklerimiz, bize de öyle öğretirlerdi. Çocuk yürümeye başlayıp, dışarıda oyun seslerini duydu mu daha evde tutulmazdı. Güvenirdi komşu komşuya, korkmazdı. Çocuklar mahalleliye emanet büyürdü sokaklarda. Şimdilerde bakıyorum da renk renk çiçekler gibi çocuklar da kaybolmuş sokaklardan. Anne, babalar çocuğunu bakkala göndermeye korkar olmuş. Komşu komşuya güvenmez, bir bardak su isteyemez olmuş. Yaşanan hayatlar gibi çocuklar da kapatılmış dört duvar arasına. Sanki biri eline davulu alıp “Ferman padişahın, bundan böyle sokaklarda çocuklar oynamayacak, komşu komşunun kapısını çalmayacak, kimse kimseye güvenmeyecek” diye dolaştı da milyonlarca insan böylesine yalnızlaştı, kendi kabuğuna çekildi.
Doğru, tellal geçmedi evimizin önünden. Peki, ama kimler getirdi bizi bu hale? Hiç farkına bile varmadan iliklerimize kadar işlediler güvensizliği, bencilliği, korkaklığı, düşmanlığı…
Ne duyduysak inandık, çünkü kendimiz gibi bildik tepemize çöreklenenleri. Birbirimizden uzaklaştıkça mahallelerde, fabrikalarda, okullarda kısacası hayatın geri kalanında da yalnızlaştık. Korkar olduk yan yana gelmeye. Güvenmez olduk yanımızdaki işçiye, umudumuz köreldi birleşmeye. Ama dünün emekçi ailelerinin çocukları, bugünün fabrika işçileriyiz. Her şeye rağmen bizi yalanlarla besleyenlere, ekmeğimize göz koyanlara değil yanı başımızdaki tezgâhta çalışan işçi kardeşimize güvenmeliyiz. Çocukluğumuzda yaşadıklarımız gerçekti, biz yaşadık bütün bu güzellikleri, sen, ben, biz. Şimdi geleceği kurma sırası bizde. Hep bir ağızdan söylemeli, hem çocukluğumuzun tatlarını geri alıp bu günün çocuklarına vermeli, hem de geleceği el ele birleşerek kurmalıyız.