Tuzla ve Yalova’daki tersanelerde iş cinayetlerine kurban giden işçi sayısının 100’ü geçmesine rağmen tersaneler havzasında ciddi önlemler alınmıyor. Bir süre önce, ölümlü kazaların gerçekleştiği tersanelerin “eksiklerini tamamlayıncaya kadar” kapatılması gündeme geldi. Ancak birkaç gün içerisinde hızla “eksiğini tamamlayan” tersaneler, yeniden üretime geçiyorlar. İşçilerse yine aynı koşullarda, ölümle sarmaş dolaş çalışmaya devam ediyorlar. Çünkü onlar için çalışmadan geçen her gün açlık demektir.
Geçtiğimiz günlerde, Tuzla tersaneler havzasındaki Sedef Tersanesinde milyonlarca dolar değerinde büyük gemilerden biri olan İbrahim Dede’nin denize indirilme törenine Başbakan Erdoğan da katıldı. Başbakan, son günlerde âdeti olduğu üzere yaptığı “kabadayı” konuşmalarından birini de burada yaptı. Konuşmasında sektörün sermaye açısından ne kadar değerli olduğunu verdiği örneklerle anlatmaya girişti. Ağzından dökülen her kelime, işçilerin kanı ve alın teri üzerinden sermayenin nasıl da kârına kâr kattığını ortaya koyar nitelikteydi.
Erdoğan, iş kazalarının sayısal artışının sektördeki hızlı büyümenin bir sonucu olduğunu buyurdu. 2002 yılında 37 tersanede 5 bin kişi çalışırken bugün bu sayı 84 tersane ve 35 bin işçiye çıkmış; aradan 6 yıl geçmiş, sektör 7 kat büyümüş; eskiden de kaza oluyormuş, bu hızlı büyüme beraberinde tabii ki kaza artışlarını da getirirmiş!
Ölümlerden dolayı “üzüntüsünü” belirtme ihtiyacı duyan tersane patronu Metin Kalkavan’a, “duygusal olmamak gerektiğini” şu sözlerle anlattı başbakan: “Benim abdestimden şüphem yok ki namazımdan şüphem olsun. Yaptığım işi ben eğer inanarak yapıyorsam, doğru yapıyorsam, «yola emin adımlarla devam edin» deriz.” Yani başbakanın dediğinin Türkçe meali şu: aman canım, işçilerin ölümleri canınızı o kadar sıkmasın. Sokaklar işsiz dolu, biri ölür onu gelir, siz sermayenizi büyütün!
Erdoğan, yapılan eleştirileriyse şu sözlerle yanıtladı: “Bu sektör büyüyor mu kardeşim, büyüyor. Buna ihtiyaç var mı kardeşim, var. Türkiye’de bu kadar işsiz insan var mı? Var. 5 binden 35 bine çıkıyor. Diğer taraftan «işsizlik, işsizlik» diyeceksin. Öte yandan iş temin edildiğinde de «Niçin bu yanlışlar var?» diyeceksin.”
Ona göre işsiz sayısı bu kadar çokken, büyümenin doğal sonucu olarak artan ölümlerin sayısının bu kadar gündeme getirilmemesi gerekiyor. Hem sırf bu yüzden son 6 ayda sadece 8 sipariş alınmış. Ortaya saçılan kötü haberler nedeniyle müşteriler kaçıyormuş. 30 senenin sonunda bugünkü haline gelen Tuzla bu kadar kolay harcanmamalı imiş! Kaçan sermayenin telafisi, sokaklar bu kadar işsiz kaynarken birkaç işçinin ölümünden daha ağır sonuçlara yol açarmış!
Başbakanın işçilerin ölümü üzerine bu kadar rahat söz söyleyebildiği konuşmasının ardından, Deniz Ticaret Odası Başkanı Metin Kalkavan da filika kazasını hatırlatarak, olayın “cinayet” olmadığını savundu. Sorun filikanın denize indirilmesi sırasında içine işçilerin yerleştirilmesi değil, filikanın üretimindeki hataydı. Filika Çin’de üretilmiş, öyle olduğuna göre sorumluyu da Çin’de aramak gerekiyor, bu kapitaliste göre!
Başbakanın Sedef Tersanesi ziyaretinde sarf ettiği sözler, işçi hayatına ne kadar değer verildiğini açıkça gözler önüne sermiştir. Haksız olduğu halde, büyük bir güven ve rahatlıkla bu sözleri söyleyebildi Erdoğan. Ona bu rahatlığı veren, gerçekte, gelebilecek tepkilerin işçilerden değil, “kendisinden yana olmayan” bir kısım medyadan geleceğini düşünüyor olmasıydı. Öyle de oldu nitekim!
İşçi sınıfı dağınık ve örgütsüz kaldığı müddetçe, sermayenin sözcüleri istedikleri gibi hareket edeceklerdir. Oysa işçiler örgütlenip bilinçlendiklerinde ve ölen arkadaşlarının hesabını sermayeden sormaya başladıklarında, işte o zaman dümeni sermayenin elinden alabileceklerdir.