
Bir kere geldiğimiz bu dünyada yaşamın güzelliklerinin tadını çıkarmayı, mutlu ve huzurlu olmayı kim istemez? Biz işçiler düzgün bir işte çalışmak, geçimimizi sağlayacak bir ücret almak isteriz. Aslında çok büyük beklentilerimiz de yoktur. Daha kısa saatler çalışarak ailemize, sevdiklerimize vakit ayırmak, sosyalleşmek isteriz. Çocuklarımız için iyi bir gelecek isteriz. Sağlıklı yaşamak, düzgün beslenmek isteriz. Peki, kapitalist sömürü düzeninde bunlar ne kadar mümkün? Şöyle bir dönüp bakalım etrafımıza, kendi yaşamımıza. Ne kadar huzur var yaşamımızda?
Öyle bir düzende yaşıyoruz ki her şey sermaye sahiplerinin daha fazla kâr elde etmesi üzerine kuruludur. Patronlar daha fazla kâr elde etmek istedikçe işçilerin yaşamı daha da çekilmez olur, huzur diye bir şey kalmaz. Kârını arttırmak isteyen patron ücretleri düşük tutar. Aldığı ücretle geçinemeyen işçi, ailesine ve sevdiklerine ayıracağı zamanı fazla mesai yaparak tüketmek zorunda kalır. İki işçinin işini bir işçinin üzerine yıkar patron. Böylece işçinin iş yükü ağırlaşır, buna karşılık dışarıda işsizlik artar. Yükü ağırlaşan işçi işsizlik korkusuyla sesini çıkaramaz. Hem iş yükünün artması, hem de işsizlik korkusu psikolojik ve fiziksel tahribat yaratır işçinin üzerinde. Çalışma koşullarının ağırlaşması iş kazalarına ve iş cinayetlerine de davetiye çıkarır. İşsizlik ise yaşamak için çalışmak dışında bir seçeneği olmayan işçi için felaket demektir. Aile içinde huzursuzluk ve tartışmalar büyür. İşsizlik insanın kendisini değersiz hissetmesine de neden olur. Yaşamak artık sevinçli bir şey olmaktan çıkar, bir yük haline gelir.
Kapitalistlerin kâr hırsı savaşlara da yol açar. Daha fazla kâr isteyen aç gözlü egemenler dünyanın başka yerlerine gözlerini dikerler. Hangi ülke pazar ve enerji kaynaklarından daha fazla pay alacaktır? Dolayısıyla hangi ülkenin sermaye sınıfı daha fazla kâr elde edecektir? Paylaşım sorunu rekabeti kızıştırır. Rekabet sıcak savaşlara dönüşür. Aynı Irak’ta olduğu gibi… Sırf bir avuç kapitalist daha fazla kâr elde etsin diye milyonlarca insan yerinden yurdundan olur, yüz binlercesi hayatını kaybeder. İyi ve huzurlu bir yaşam ümidiyle başka ülkelere göç etmek zorunda kalan milyonlar, aradıkları huzuru gittikleri yerde de bulamazlar. Aynı Suriyeli göçmenler gibi… Dışlanırlar, aç kalırlar, işsiz kalırlar. Bir iş bulabildiklerinde ise çok düşük ücretlerle çalışmak zorunda bırakılırlar. Bilmedikleri bir dili konuşan, kendilerine yabancı bir kültürün içinde hayata tutunma mücadelesi verirler. Gittikleri ülkelerde emekçiler egemenlerin kışkırtmasıyla onlara düşman gözüyle bakarlar. Oysa ekmeklerinin küçülmesinin, işsizliğin ve ev kiralarının yükselmesinin nedeni göçmenler değildir. Ne savaşı onlar çıkarmıştır ne de yerlerini yurtlarını bırakıp gelmeyi onlar istemiştir.
Ekonomik krizler de patronların kâr hırsı yüzünden çıkar. Ama krizin bedeli patronlara değil işçilere ödetilir. Hükümetler de, yasalar da patronların yanında olduğu için fatura işçiye kesilir. İşçinin yine huzuru kalmaz. Çünkü işinden olur, ücreti ödenmez, zam alamaz, ama hayat pahalılığı had safhaya ulaşır. Her şeye zam gelir ve işçinin ücreti ihtiyaçlarını karşılamaya yetmez. Bu sefer kredi kartına yüklenir işçi. Artık bir kredi kartı da yetmez olur. Birkaç kredi kartı kullanarak, biriyle diğerinin borcunu kapatmaya çalışarak döndürmeye çalışır yaşamını. Ama borçlar birikir, ödenemez hale gelir. Borçların altında ezilen işçiye yaşam ağır gelmeye başlar ve ne yazık ki çıkış yolu olarak intiharı seçen işçilerin sayısı artar.
Kapitalist sistemde sağlık da, eğitim de ticarileşmiştir. Yani “paran kadar sağlık, paran kadar eğitim” vardır bu sistemde. Bu da milyonlarca işçinin düzgün bir eğitim alamaması, nitelikli sağlık hizmetinden yoksun olması demektir. Kapitalistlerin kâr hırsı doğayı da felakete sürükler. Dereler kurutulur, ormanlar tahrip edilir, dünya kirletilir. Bunun sonucunda oluşan iklim değişikliklerinin acısını yine işçiler, emekçiler çeker. Sel ya da kasırga gibi felaketlerde emekçiler ölür, kuraklık emekçileri açlığa sürükler.
Kardeşler, bütün bunlar bize bir gerçeği gösteriyor. Kâr üzerine kurulu bu sömürü düzeninde işçiler için huzurlu bir yaşam mümkün değildir. Huzurlu bir yaşam için tek çıkar yol bu sömürü düzeninin değişmesidir, değiştirilmesidir. Huzuru ancak kâr için değil, insan için üretim yapılan bir düzende bulabiliriz.