
Makhir İsmailov, ailesi işsizlik nedeniyle Gürcistan’dan Kıbrıs’a göçmüş 13 yaşında bir çocuktu. Okuyabilmek için hurda topluyordu, tıpkı bizim çocuklarımız gibi. Hurda toplarken mayına basarak öldü. Tıpkı bizim memleketimizde olduğu gibi… Evet, Mahir değil Makhir. Ama Makhir’in anasının acısıyla başka anaların acıları aynı! Ölümü ne kaderdi ne şanssızlıktı. Kendi zenginlikleri uğruna milyarlarca insanı yoksulluk ve açlıkla karşı karşıya bırakan, kana doymayan kapitalist efendilerin kurbanıydı o.
Jakelin Caal Maquin… Bize yabancı olan bu isim henüz 7 yaşında bir kız çocuğuna aitti. O kız çocuğu, Guatemalalıydı. Yoksul ailesi ile Amerika’ya göçecekleri için, yeni bir yaşama başlayacağı için heyecanlı ve mutluydu. Ama içindeki çocuk sevinci yaşamıyla beraber solduruldu. 7 yaşındaki bu kız çocuğu Amerika sınırında ailesinden koparıldı, bir hücrede gözaltında tutuldu, aç ve susuz bırakıldı, öldü! Evet, Ayşe ya da Fatma değil, Jakelin. Ama bu dünyanın çocuklarından bir çocuk. Bir annenin evladı. Ölümü ne kaderdi ne de şanssızlıktı. ABD egemenlerinin bilinçli politikalarının kurbanıydı o.
Ne kadar çok çocuk sermaye düzeninin, kapitalist efendilerin kurbanı oluyor, ne kadar çok…
Kapıları çalan benim
Kapıları birer birer
Gözünüze görünemem
Göze görünmez ölüler
Saçlarım tutuştu önce
Gözlerim yandı kavruldu
Bir avuç kül oluverdim
Külüm havaya savruldu
ABD, 1945’te Japonya’ya nükleer bomba fırlattığında on binlerce insan yanarak, kavrularak öldü. İşçi sınıfının ozanı Nâzım Hikmet, bu vahşetin yok ettiği çocuklar için yazmıştı yukarıdaki dizeleri. Ve şiirini “çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler” diye bitirmişti. Ama ne yazık ki kendi çıkarlarından başka hiçbir şeyi zerre kadar umursamayan sermaye sınıfının egemen olduğu bu düzende, çocuklar ölmeye devam ediyor. Suriye’de on binlerce çocuk bombalarla, kurşunlarla can verdi. Akdeniz’in sularında boğuldu. Yemen’de binlerce çocuk açlıkla, susuzlukla, salgın hastalıkla, silahla katledildi. Pek çok savaş bölgesinde çocuklar ölmeye devam ediyor. Çocukların gülüşü, yaşamı ellerinden alınıyor.
Hangimiz çocuğumuzu bekleyen gelecekten endişe duymuyoruz? Hangimiz her an korkuyla, kaygıyla yaşamıyoruz? Hangimiz çocuklarımızı kötülüklerden korumak için ne yapacağımızı kara kara düşünmüyoruz? Bir duralım ve düşünelim: Hepimiz aynı endişeleri taşıyorsak, çocuklarımızın mutluluğunu istediğimiz halde bunu sağlayamıyorsak demek ki değiştirilmesi gereken bir düzende yaşıyoruz.
Emekçi kadınlar, analar, hepimiz çocuklarımızın aç kalmadığı, acı çekmediği, ölmediği, sağlıklı büyüyebildiği, mutlu olduğu bir dünya istiyoruz. Haklı olan biziz, güzel olanı biz istiyoruz. O halde neden elimiz kolumuz bağlı oturalım? Koklamaya kıyamadığımız yavrularımızın yoksulluğa, umutsuzluğa, savaşlara kurban edilmesine neden izin verelim? Oyunun, şekerin ve masmavi gökyüzü altında doludizgin koşmanın tadını bilmeden acı çekerek ölmelerine neden sessiz kalalım?
Çaresiz değiliz. İşçi sınıfı olarak, işçi sınıfının kadınları olarak el ele verirsek, bize evlat acısı yaşatanları, zalim sömürücüleri başımızdan def etmenin ve çocuklarımızın mutlu olacağı bir dünya kurmanın yolunu bulabiliriz.