Bugün biz işçilerin haklarını gasp eden saldırılar tüm hızıyla sürüyor. Krizin derinleştiği bu dönemde burjuvazi saldırılarını daha da arttıracaktır. Kapitalist sistemin krizinin cezasını biz işçiler çekmekteyiz. Bugün örgütsüz ve dağınık olmamız, saldırıların dozunda da belirleyici olmaktadır. Tüm bunlara rağmen özellikle son dönemlerde haklarını arayan işçilerin yürüttükleri örgütlenme ve sendikalaşma mücadelelerinde artış yaşanıyor. Özellikle son iki senede yaşanan grev ve direnişler sonucu bu ülke işçileri ölü toprağını yavaş da olsa üzerlerinden atmaya başladılar.
Yaklaşık on senelik işçilik hayatım olmasına rağmen, hiç grev ve direniş yaşamadım. Fakat onlarca grev ve direniş ziyaretinde bulundum. İnsan bunlardan farklı dersler çıkartıyor. Grevin işçilere sağladığı itilim, giderek politikleşmeleri, duyarlılıklarının artması, bunların hepsi ve daha sayamadıklarım grev sürecinin biz işçilerde sağladığı önemli dönüşümlerdir. Sendika yöneticilerinin tutumları, işçilerin grev ziyaretleri hepsi önemli etkenlerdir. Fakat çıkartılması gereken en önemli derslerden bir tanesi bence, grev öncesi hazırlığın yeterince ciddiye alınmamasıdır. Çünkü birçok grevin, ön hazırlıklarından işçilerin bilinçlendirilmesine kadar birçok eksikle başladığı ve kırılmaların da bunun neticesinde yaşandığını söylemek mümkün. İşçilerin grevden uzak, kısıtlı bilgi ve imkânla sadece grev gözcülüğünden ibaret hazırlanması, sendikacıların iki dudağına bakar pozisyona mahkûm edilmesi, sendika bürokratlarının ikiyüzlülüklerini göstermektedir. Sendika bürokratları işçileri ciddiye almadıkları için, sendikalar arası dayanışma ve üye fabrikaların desteğinin de önüne geçip, işçileri belirsizliğin içine sürüklemektedirler. Bunlar yaşanan ve dikkat etmemiz gereken deneyimlerdir. Aynı zamanda sendikal mücadelede öne çıkmış işçilerin sendika bürokratlarının oyunları ve tutumları dolayısıyla yıldırılması da işçi sınıfı mücadelesi adına ağır darbelerden bir tanesi olmakta. Sınıf işbirlikçi sendikal tutum dolayısıyla darbe yiyen bu işçiler çoğunlukla bir daha mücadele sahnesine çıkmıyorlar. Yaşanan bu olumsuzluklardan kaynaklı daha bilinçsiz işçiler ise durumu tam anlayamayarak ortaya çıkan olumsuzlukları kulaktan kulağa fısıldayıp diğer işçilerin direncinin azalmasına yol açmaktadır.
Olması gereken militan sınıf sendikacılığıdır. İşçileri ayağına beklemeyen, onların ayağına bizzat giderek örgütlenme gayreti içinde olan, onları ekonomik mücadelenin dar sınırlarına hapsetmeyen ve mücadeleyi her fabrikaya taşıma hedefi taşıyan bir sendikacılık anlayışı yani. Öncü işçilerin elinden tutup önünü açan ve işçi sınıfının çıkarları çerçevesinde hareket eden bu tip sendikacılık anlayışını güçlendirmenin yolu yılmadan mücadele etmekten ve bürokratları bizlerin olan sendikaların tepesinden atmaktan geçmektedir. Bu hedef için sınıf bilinci kazanmalı ve örgütlü bir mücadele içerisinde bulunmamız gerek. Mücadelenin yakıcı görevleri bizleri bekliyor. Tek yol örgütlü mücadele!